ANİ HARABELERİ

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ANİ HARABELERİ


VENİ VİDİ SCRİPSİ (IX)
“Geldim, gördüm, yazdım” 2015


Anıt mezar

Ardahan ve köylerinden, I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni ve Rus işbirliği ile oralardaki Müslüman nüfus temizlenmek istenmiş. Müslümanlar ahırlara ve camilere doldurularak hunharca yakılmış. Daha sonra yapılan kazılarda toplu mezarlar bulunmuş. Kazılar yapılırken, Ermeniler sevinmişler bile. Belki bu toplu mezarlardan bir tane de olsa Ermeni kafatası ve kemikleri çıkar diye. Ama bekledikleri olmamış, toplu mezarlardan Müslümanların kafatasları ve kemikleri çıkmış. Yol üzerine anıt mezar yapmışlar. Sizi selamlıyor karşıdan. Burada toplu mezar var, Ermenilerin katlettikleri savunmasız insanların mezarları, bu anıt tarihinizi unutmayasınız diye dikilmiştir buraya, sakın Fatiha okumadan geçmeyin der gibi. Anadolu’nun vatan toprağı olması için yapılan mücadelede katledilmiş bu insanlar. Durmadan onlarla dertleşmeden, selamlaşmadan geçilir mi?




Durduk, selamımızı verdik şehitlerimize, düşündük, acılarını hissetmeye çalıştık, gözlerimiz doldu. Önce Fatiha okuduk, sonra da fotoğraf makinalarımızın deklanşörüne bastık.  
Üzerinden yüzyıl geçmiş bu olayların, ama acılar hâlâ taze. Bu işi yapanlar pişman olmamışlar. Aksine bu işin sorumluluğunu Osmanlı’ya atmak için değişik vesilelerle işbirlikçileriyle birlikte her yıl 24 Nisan’da programlar yapıyorlar. Çeşitli ülkelerin parlamentolarından ‘Soykırım yapılmıştır’ şeklinde düzmece kararlar çıkartıyorlar. Türkiye,  evlatlarına sahip çıkmak için birkaç adım daha atmalıdır. Kararlılıkla atılan adımlar olmalı bu adımlar. “Biz hainlerin halka daha fazla zarar vermemesi için tedbir aldık, soykırım yapmadık. Hiçbir zaman da yapmayız. Haydi, varsa cesaretiniz açın arşivlerinizi…”

Elveda Ardahan, elveda Ardahanlılar, elveda Ermeniler tarafından şehit edilen vatan evlatları. Hüznümüzü yanımıza aldık, sırtlandık şehitlerimizden aldığımız mesajın sorumluluğunu sırtımıza, ayrıldık Anıt Mezardan ve Ardahan’dan, o güzel insanlardan. İstikamet Ani harabeleri. 
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” demiş ya Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy. İşte tam da öyle. İbret alınmıyor tarihten ve tekerrür etmeye devam ediyor.

Tarihi değerlere sahip çıkmak

Bizler tecrübelerimizi belli bedeller karşılığında elde etmişiz etmesine de, ibret almak için her defasında ille de bedel mi vermek zorundayız? Ecdadımızın tecrübelerinden yararlanmayı hiç mi akıl etmiyoruz? Madem ki bu kadar çileler çektik, bari bunları geleceki nesillere aktaralım. Onların aynı makûs talihe muhatap olmalarına izin vermeyelim. Çocuklarımıza güzel vatanımızı tanıtalım. Adım adım, karış karış tanıtalım. İlkokuldan itibaren yapalım bu işi.  Eski bakan Vehbi Dinçerler anlatıyor: “Bakanlığım sırasında, Japonya’dan gelen bir grup resmi konuğu ağırladım. Sohbet sırasında Japon Heyet Başkanı’na sordum; çocuklarınıza, gençlerinize millî kişiliklerinizi, değerlerinizi nasıl aktarıyorsunuz, onları nasıl eğitiyorsunuz?” 

Japon heyeti başkanı: „Çocuklarımız okula başlamadan önce onları gruplar halinde çok hızlı trenlere bindirerek, 200 km hızla ülkeyi şöyle bir dolaştırırız. Amerikalıların attığı atom bombasıyla harabeye dönen Hiroşima’ya götürürüz onları. Burada onlara deriz ki ‘Çalışırsanız, bizimkilerden daha hızlı teknolojiler geliştirirsiniz. Geriye değil, ileriye gidersiniz. Çalışmazsanız, düşman gelir sadece bir kentinizi değil, bütün ülkeyi bu hâle getirir. Takdir sizin.’ Hepsi bu… Özel bir şey yapmıyoruz…” der.
Ve anlatmaya devam eder: „Sizde de çok önemli yerler var. Meselâ Çanakkale… Gençler ilk mektebe gitmeden bu bölgeyi görmeli. Sizin İtilaf devletlerine karşı gösterdiğiniz kahramanlık bir destan gibi… Gençler bunu iyi bellemeli. Yedi düvele karşı çarpıştınız. Teslim olmadınız. Bunu izah etmek öyle pek kolay olmuyor, Çanakkale Boğazı’nı görmeden, bilmeden, tanımadan…”

Dün Ermeni meselesi bugün Kürt meselesi. Türkiye’nin aslında yok böyle bir meselesi. 1.000 yıllık tarih içinde olmamış da. Yok demekle olmuyor ki, koyuveriyorlar önünüze gayri meşru bir çocuk. Bağlayıveriyorlar elinizi kolunuzu, haydi bakalım ispat edin bu çocuğun sizin çocuğunuz olamadığını… Delinin biri atarmış kuyuya bir taş, kırk akıllı çıkaramazmış o taşı. Onun gibi…

Uçsuz bucaksız ovalardan süzüle süzüle ilerliyoruz, Doğu Anadolu topraklarından. Üzerimizdeki hüzün elbisesini çıkarmak için zaman zaman fıkralar anlatıyoruz, Kur’an okuyoruz, ilahiler okuyoruz ve dualar ediyoruz, türküler okuyarak Anadolu’yu içselleştirmeye çalışıyoruz.   Zaman zaman da kaptanımız Sezgin radyodan dinletiyor Anadolu türkülerini bize. Telefonlardan dinletilen türküler de var:
“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Emine’m
Mavi boncuk takışına ölürüm

Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm, Türkiye’m”

Ani’deyiz




Sevgi hanım da müsait olduğu zaman, aldığı izlenimlerini, fotoğraflarıyla birlikte paylaşıyor anında sosyal medya üzerinden.  Arkadaşlar birbirlerine indiğimiz yerlerden aldıkları meyvelerden ekmeklerden, çerezlerden ne varsa ikramlarda bulunuyorlar. Bazen hüzünleniyoruz bazen de gülüyoruz işte. Yollar bomboş. Ara sıra kamyon, tır ve birer ikişer küçük araçlar da geçiyor. Şehirler arasında sefer yapan yolcu otobüsü görmedik desek yalan olmaz. 
Derken, ‘İşte şurası Ani harabeleri’ dedi rehberimiz Yasin. Yaklaşıyoruz Ani’ye. Damları toprak evlerin yanından geçiyoruz. Bazı evlerin yapımında kerpiç yerine taş da kullanılmış. Ani’deki tarihi eserlerden sökülen taşlarmış bunlar. Tarihe sahip çıkılmayınca ve tarih bilinci olmayınca böyle oluyor. Belki de çaresizlikten kullanılmıştır. 

Gördüğümüz kadarıyla bu köylere devlet eli değmemiş, o elin sıcaklığının buralarda hissedilmediği belli. Biz o elin sıcaklığını Ardahan’da da hissetmemiştik. Ardahan bir il değil de sanki bir kasaba gibi geldi bize,  bakımsız bir köy demek daha doğru olacaktır. İnsanları kavruk. Yorgun düşmüşler, gülüyorlar ama, sıkıntıları yüzlerinden okunuyor, sanki yaşama sevinçleri kalmamış, yaşamaktan çok ölmeyi düşünüyorlar gibi. 
Ancak samimiyetleri yapmacık değil. Buyurun sizlere ikramlarda bulunalım, misafirimiz olun demelerindeki o samimiyeti görebiliyor, anlayabiliyorsunuz. Karadeniz insanındaki sertlik, kabalık doğu insanında yok. Haksızlık etmeyelim Karadeniz insanına. Aslında onların o sertliğinde de samimiyet var, gizli bir samimiyet. Onları coğrafi şartlar o hale getirmiş olmalı. Gezimiz Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz gezisi olunca, kıyaslama yapmak o kadar zor olmuyor.  

22 ayrı medeniyet kurulmuş Ani’de




Rehberimiz Yasin rica etti ve Ani’yi bize oradaki görevli anlattı. Tebrikler Yasin. Gurur yapmadın ve daha güzel anlatacağına inandığın bir kişiye devrettin görevini. Alkışlıyoruz Türk Eğitim Derneği olarak seni bu erdemli davranışından ötürü. 

Görevli Ani Harabelerini gezmek için en az iki saat gerekir diye söze başladı. Bizim de mesaimizin bitmesine yaklaşık iki saat var. Biraz hızlı yürüyeceğiz. Kendi başınıza gezme yerine bana tabi olursanız iki saatlik süre yeterli olur. Süre başladı. Ani’nin tarihinden başladı anlatmaya görevli. Ayrıca her tarihi eserin veya kalıntısının başında durarak o eserle ilgili bilgilendirme yaptı. Uzun boylu ve hızlı yürüyen birisi. Kendisine ulaşmakta sıkıntı çekenlerimiz oldu: 
“Ani Şehri Kars’a 48 kilometre uzaklıktadır. 961-1045 yılları arasında Aras Nehri’nin Arpa Çay kolu kıyısında vadiye hâkim yüksek bir kayalık üzerinde kurulmuştur. Bitişiğinde Ocaklı köyü, kuzeydoğusunda Tatarcık, batısında Bostanlar deresi vardır. Arpa Çay, Türkiye ile Ermenistan’ı bir birinde ayırır. Ani’nin nüfusunun zamanla 100 bini aştığı ve bazı dönemlerde 200 bine ulaştığı rivayet edilir. 

Sokakları, çarşıları ve bitişik evleriyle, kiliseleri ve camileriyle mükemmel bir şehirdir Ani. Görünür de kederli bir ölüm sessizliğindeki Ani,  22 ayrı medeniyete beşiklik etmiştir.  Ani şimdi, o uygarlıklardan kalan bin bir çeşit ses ve dokuyla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. 

Kale kapıları




Çok sayıda burçla güçlendirilmiş Ani surlarının uzunluğu 4 bin 500 metre, yüksekliği ise 8 metre kadardır. Üzerinde kükreyen bir aslan kabartması ve Manuçehr tarafından koydurulan kitabenin bulunduğu gördüğünüz şu orta Kapı (Aslanlı Kapı) yedi girişi bulunan kentin görkemli kapılarından biridir. Kuzeyde çifte beden Kapısı (Kars Kapısı), solunda ise taştan satranç tahtası bezemeli Hıdırellez Kapısı yer alır. Acemoğlu, Divin ve Mığmığ deresi (Tatarcık) Kapıları doğuya, Arpaçay’a açılır. Suyolu kapısı, kentin batıya açılan tek kapısıdır. Arpaçay aynı zamanda Türkiye Ermenistan sınırını oluşturur. 
Ani, 10. yüzyılda Bagratoğulları sülalesinden Ermeni hükümdarlara başkentlik yapmıştır. Bunlara Pakraduniler de denir. 1064 yılına kadar Bizans’ın yönetiminde kalan şehir, bu tarihte Selçukluların eline geçmiştir. Ani’nin, İpek Yolu üzerinde olması ticari ve askeri bakımdan önemini bir kat daha artırmıştır.

Şeddadiler

Ani, Anadolu’da Türklerin ilk ele geçirdiği şehir unvanını alır. Fetihten sonra, Sultan Alparslan şehrin yönetimini bir Türk boyu olan Şeddadilere verir ve yoluna devam eder. Şehir tepeden tırnağa onarılır ve ikinci bir yükseliş devri başlar adeta. Şehir Malazgirt Savaşı’ndan yedi yıl önce ele geçirildiği için, hazırlık safhası ve geri karakol olma özelliği ile Malazgirt Zaferi’ne büyük katkıda bulunur. Şehirde, Selçuklu eserleri ile kiliseler yan yana hatta kol koladır. 

Moğol istilası

1190 yılında Ani Gürcülerin eline geçer. Ani’deki Hıristiyan eserlerinin birçoğu bu devirde yapılmış veya onarılmıştır. Daha sonra kent Celayir’i ve Karakoyunlu devletlerinin egemenliğine girmiş ise de, her devirde nüfusu ağırlıklı olarak Ermenilerden oluşmuştur.

Moğollar tarafından 1239 yılında istila edilen ve yakılıp yıkılarak talan edilen Ani’ye, son darbeyi 1319 yılında deprem vurur. Şehir yaşanmaz hale gelir. Depremden sonra her ne kadar ufak bir yerleşim yeri olarak kullanılmaya devam edilse de, terk edilmiş bir şehir görünümünden bir daha kurtulamaz Ani. Ani’yi, harabeye çeviren bir başka, belki de en önemli neden; İpek Yolu’nun önemini kaybetmiş olmasıdır. 
Şimdi bir mezarlık sessizliğine hakim olan, öncesinde ise bir din şehri olan Ani; Kordoba, Bagrat, Byzantion gibi krallılara asırlarca beşiklik etmiş kozmopolit bir metropol aslında. Bunu şehrin göbeğinde kurulan büyük pazar yerlerinden, kervansaraylardan anlamakta mümkün. Ortaçağın en büyük ticaret merkezi olduğu düşünüldüğünde metropol tanımlamasının yerinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. 

Kiliseler




Şehir zaman zaman, defalarca görmüş olduğu saldırılar ve depremlerden dolayı harabe haline gelmiştir. Kentin merkezindeki Ani Katedrali en büyük eserlerden birisidir. 1001 yılında yapılmış olan katedral 1064’de Alparslan tarafından geçici olarak camiye çevrilmiştir. Cami yapılınca da tekrar kiliseye döndürülmüştür.

Arpaçay’a inen kayalıkların eteğinde yapılan bu kilise, Prens Dikran Honents’in yaptırdığı Surp Kirkor Kilisesidir. Gördüğünüz gibi, içi fresklerle süslü kilise oldukça iyi durumdadır. 1036 yılında yapılmış Surp Pirgiç (Halaskar) Kilisesi ise yörede Keçeli Kilise diye bilinir.

1038’de yapılan Surp Hovannes (Apostol) Kilisesi’nden günümüze pek bir şey ulaşamamış. Kuzeybatı tarafında aynı adı taşıyan üç kilise daha bulunuyor. Bunlardan Surp Kirkor Abugamrents Kilisesi 994’de yapılmış ve Aziz Kirkor Lusaroviç’e adanmış. 

Manuşehr camii

Şeddadoğullarından Ebul Şüca Manuçehr tarafından 1072 yılında yaptırılan bu üç neftli cami, Anadolu’da yapılan ilk camidir. Özellikle tavanı zengin Selçuklu motifleri ile süslenmiştir. Caminin gözcü kulesi olarak da kullanılan 99 basamaklı minaresi Ani’nin çağlar boyu süren önemli konumuna işaret eder. Bir zamanlar uzun kervanların çan sesleri arasında aylarca gece gündüz ilerlediği İpek Yolu üzerindeki 100 bin nüfuslu Krallar Diyarı Ani’de şimdi maalesef hüzün hâkim. Manuçehr Camii’ni o halde görünce içimiz cız etti. Bir tek minaresi ayakta kalmış neredeyse. Anadolu’da yapılan ilk cami bu şekilde mi olur? Vakıflar, Diyanet Vakfı, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, TİKA ne işler yaparlar? Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamını gezdim, gördüm; bu kadar tarihine düşman, tarihine yabancı başka bir millet görmedim ben. 

Tarihi eserler Rusya’ya taşınmış

93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşları’nda 40 yıl Rusların hâkimiyetinde kalan bölge; St. Petersburg Çarlık Üniversitesi’nden Prof. Marr tarafından 250 kişilik bir grup ile şehirde kazı yapılmış ve ne yazık ki, taşınabilir bütün eserler ve birçok fresk Rusya’ya götürülmüştür. 
Ani’nin öyküsü bununla da bitmiyor. Ani bütün bu zengin tarihinin altında bir de yer altı şehri saklıyor. Halk buraya “Gider-Gelmez” diyor. Giriş Resimli Kilise’nin hemen güneydoğusundaki ana kayanın altında bulunuyor. 100 metrekarelik birçok odadan meydana gelen bu “yer altı şehri” hem saklanma yeri hem de devasa bir kiler olarak kullanılmış vaktinde. Şimdi tekrar eski günlerine dönmeyi bekliyor Ani.”

Ani ile ilgili bir efsane 




Bir de efsane anlatılır Ani hakkında: “Bir ırmağın ayırdığı iki ülke varmış. Birinin tüccarları diğer ülkeye gelir giderlermiş. Onlar iyi tüccarlarmış, dürüst tüccarlarmış. Ülkenin başında da iyi ve dürüst yöneticiler varmış. İyi anlaşırlar, kimsenin hakkı kimsede kalmazmış. Ama bir gün bu dürüst hükümdar ölmüş, yerine başkası geçmiş. Tüccarlar gelip de hükümdarı değişmiş görünce, bakmışlar ki adet usul de değişmiş. Yetimin hakkı yeniyor, masumun malı gasp ediliyormuş. Yargıçların vicdanları alınıp satılıyormuş pazarlarda. Adalet de kalmamış mülk de, kısacası. Kaybettikleri mala akçeye değil de, taşlaşmış bu yüreklere vahlanan tüccarlar “Taş kesilesiniz” diye beddua etmişler. Aniden koca kent taş kesilmiş ve o günden sonra bu isimle anılır olmuş: Ani.”O gün bugündür mabetleri taş, kervansarayları taş, yürekleri taş, saklı bir kenttir Ani. Ve o gün bugündür yerlisi değilse de mutlaka yolcusu vardır Ani’nin.” 

Değerlendirme

Şehirden dışarıya çıktığımızda, hediyelik eşya satan çocuklar çevirdi etrafımızı. Gözleri pırıl pırıl, hediyelik eşyalarımızdan alır mısınız, sadece teşhir ediyorlar, benimkini al, benimkini al diye birbirleriyle yarış içinde değiller. Giyim kuşamları da gayet temiz. Eğitimli oldukları her hallerinden belli. Saygılılar. İşte dedik,  22 ayrı medeniyetin geride bıraktığı asıl eser bunlar… hediyelik eşyalardan aldık. Ben bir atkı aldım. Arkadaşlar renkleri konusunda bana takılsalar da, uzun sürede taşıdım boynumda.




„Ani bir dünya ama dünya bir Ani değil” denilmiş vakti zamanında. Ani’nin böylesine onurlandırılmasının nedeni ise yüzyıllar boyunca değişik ulus ve dinleri bünyesinde toplamasından gelen çok kültürlülüğü olsa gerektir. Türkler, Gürcüler ve Ermeniler bir orkestranın enstrümanları gibi uyum içinde yaşamayı başarabilmiş olmalarındandır. Günümüzün tahammülsüz dünyası düşünüldüğünde, binlerce yıldan beri yan yana duran cami, kilise ve Zerdüşt tapınağı insanı fazlasıyla şaşırtıyor. Bu yanıyla Ani saygıyı fazlasıyla hak ediyor. “Bin bir kiliseli şehir” adıyla anılan Ani’nin, Venedik Avrupa’sını andırdığını söyleyenler hiç de haksız değildirler. 

Devam edecek


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.