ANADİLİ

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 ”Bir toplumu yok etmek için, silahlara gerek yok. Lisanını unutturmak yeterlidir.”

Konfüçyüs
İnsanın çocukken anasından veya diğer aile fertlerinden öğrendiği ilk dildir. Anadili öğrenirken çocuk ders almamıştır. Anadilinde çocuk bluğ çağına, yani oniki onüç yaşına kadar tek dilli büyürse, ömrü boyunca en iyi düşündüğü, rüya gördüğü konuştuğu dil olarak kalır. Sonradan öğrenilen diller bu dili geçemez. Anadil nesilleri birbirine bağlar. Kültür, din, örf ve adetler anadili ile aktarılır.
Ana dil ise, bir veya birden çok dilin kaynaklandığı dile denir. Başka diller türetmiş olan dildir. Türk dilleri, ana dilden gelişen diller anlamına gelir ve ayrı yazılır.
Okula başlayana kadar türkçe konuşan çocuk, almanca okuma yazmaya başlıyorsa, karşımıza çok değişik bir sorun çıkıyor.
Yetmiş yıllarında durum böyleydi. Bu durumlarda yalnız öğretmen olmak yetmiyor. Uzmanlık gerekiyor, sınıf veya ders öğretmeni o çocuğun dil sorununu diğer çocuklara iyi anlatmalıdır. Çocuğa geri zekâlı muamelesi yaparsa, çok zeki olan bir çocuk bile geri zekâlılar (Sonderschule) okuluna gönderilebilir.
O zamanlar ikinci nesil çocuklarımız başarmış ise, öğretmen ve okuldan yana şansları varmış.
O yıllarda Türkiye’de okula başladıktan sonra Almanya’ya gelen öğrencilerim çok daha çabuk almanca öğrendiklerini zaman zaman tekrarlamak zorunda kalıyorum. Benim deneyimlerle tesbit etliğim neticeyi, bugün dil bilimcileri açıklıyorlar. Anadilini iyi bilen bir çocuk, ancak ikinci öğreneceği dilde başarıya ulaşıyorlar.
Daha ileri giderek çocuğun iki dili aynı anda öğrenebileceği söyleniyor. İkinci nesil genç anababalar üçüncü nesli yetiştirirken çok daha bilinçli davranıyorlar.
Anababa iyi bildiği dilde çocukla konuşmalıdırlar.
Yanlışı okulda düzeltmek, yeniden dil öğretmekten çok daha zordur.
Dil deyince yalnız konuşmayı anlamıyoruz. Aynı zamanda yazma, okuma, okuduğunu anlama, düşünme, rüya görme, şarkı söyleme ve hesap yapma anlamına geliyor.
İlk türkçe sözlük Divan-ı Lugat adıyla 1072 yılında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır [*].
Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği doğrultusunda 6 Eylül 1932 yılında ilk Türk Dil Kurultayı, Dolmabahçe Sarayı’nde toplandı. Bu nedenle Dil Bayramı’nın 77’inci yıldönümü Türkiye’de çeşitli etkinliklerle kutlandı.
Dil Derneği başkanı Sevgi Özel’in açılış konuşmasını yaptığı etkinliğe Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Dil Yurttaşlığı, Yurttaşlıktan büyüktür” dizeleri adını veriyor.
Bu kutlamada Prof. Dr. Erdal Atabek, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Sedat Ergin, Fikret Bila, Bekir Coşkun gibi bir çok yazar, yayın yönetmeni, oyuncu, sanatçıya ödüller verildi.
Mustafa Balbay’ın ödülünü alan kızı Yağmur Balbay şöyle konuştu:
“Sevgili büyüklerim, ben Mustafa Balbay’ın kızıyım. İlkokul
üçüncü sınıf öğrencisiyim. Okula ilk başladığım yıllarda,
okuma yazmayı babamın yazılarıyla öğrendim. En çok onun kelime oyunlarını sevdim. Türkçemi sevdim. Şu an bu ödülü alması gereken cezaevinde onu çok özlüyorum. Ancak babama karşı duyduğum gurur, özlemimden kat kat fazla.”
Yalnız salonda olanlar ağlamadı, ben de bu satırları Cumhuriyet Gazetesi’nde okurken gözyaşlarımı tutamadım.
Sevgili okurlarım, Yağmur’un konuşmasında, genç anababalara, çocuklarının okulda türkçe dersi olmıyanlara çok önemli mesajlar var.
Öğrencilerimin anababalarına okumasanızda elinize gazete veya kitap alın, lütfen okur gibi yapın. Yeter ki evinize kâğıt girsin, derdim.
Şu anda Türkiye’de yapılan tartışma nesnel değil, çok duygusal. Selçuk Erez, kürt kökenli vatandaşlarımız anadillerinde makale okumak, konuşmak, şarkı söylemek ve bastırılmadan, reddedilmeden anadillerini gönüllerince kullanmak istiyorlar, diyor.
Bu kadar önemli bir konu dolandırılıp duruyor.Sözlerinden dolayı karşılıklı suçlamadan ziyade araştırmalar yapılsa, istatistikle sayılar verilse çok daha faydalı olur. Kaç çocuk türkçe bilmeden okula başlıyor, yani kürt kökenli vatandaşlar da konuşsa.
Bazı medya yayınlarında yanlış bilgiler veriliyor. Batı, Türkiye’de kürtçeyi konu ederken, kendileri Avrupa’da türkçeyi yasak ediyorlar. Örneğin, Almanya’da türkçenin yasaklandığı söyleniyor. Genelleme yapılıyor, belki bir okul müdürü Almanya’da yasak etmiş olabilir. Bu okul müdürü yanlış yapıyor. Güzel açıklaması gerekir. Öğrenciler türkçe konuşunca nöbeti olan öğretmen anlamıyor, hele kavga etmişlerse öğretmen haklıyı nasıl ayırdedecek?
Benim okulumda sadece üç öğretmenin anadili türkçe idi. Ama yanımızda bir alman arkadaş olunca almanca konuşurduk. Burada yasaktan ziyade, bir etik konusu var. Orada bulunanların anladığı yurt dili varken, neden yanlış anlamaya fırsat verilsin?
Dünyada çok sayıda etnik konuşulan diller vardır. Göçler çoğaldıkça dil çeşitliliği de çoğalıyor. Azınlık veya bir halk grubunun konuştuğu dili korumak dünyanın her yerinde zordur.
Türkiye’deki okurlarım için Berlin’de türkçe imkânlarımızdan bir kaç örnek veriyorum:
Dükkân ve market isimleri türkçe olur, çalışanlardan en az bir kişi türkçe bilir. Didim’de dükkan adları ingilizce, fakat çoğunlukla dükkânda ingilizce bilen yoktur [**].
Alman vatandaşlığına geçerken teklif edilir, ama istemiyen türk ismini değiştirme zorunluluğunda değildir.
Türkçe-Almanca eğitim yapan Aziz Nesin İlkokulu’nda her iki dil eşit muamele görür.
Türkçe Almanca’ dan sonra birinci veya ikinci dil olarak seçilen ortaokul ve liseler vardır.
Bazı okullarda Almanca-Türkçe iki dille okuma yazmaya başlanıyor.
Küçük Kurbağa yuvasında iki dilli konuşulur.
Berlin Humbold Üniversitesi’nde Türkoloji bölümü çok eskidir. Essen’de Türkçe öğretmeni yetiştiren yüksekokul vardır.
Bazı özel televizyon ve radyo kanalları türkçe yayın yapıyor.
Tiyatromuz kapanmak üzere, yarım saatlik türkçe yayın bir radyoda kapatıldı maalesef. Devlet kanallarında yarım saat veya bir saatlik türkçe yayınları bulunmaktadır. Özel bir televizyon ve bir radyo 24 saat türkçe yayınlıyor.
Türk kökenli alman milletvekilleri türklerle türkçe konuşur, toplantılar yapar ve türkçe mektuplar gönderir.
Yazılan türkçe broşürler sayısızdır.
Elbete bütün bu imkânların dördüncü nesil için kalacağı anlamını gelmez, uğraşı gerekir.
Türkiye’de Selçuk Erez gibi birçokları Türk Açılımı bekliyor. Ezanını türkçe dinlemek, türkçe dua etmek istiyor. Tanrı’ya anladığı bir dilde dilekçe vermek istiyorlar.
Atatürk hasta yatağında şöyle düşünüyor:
“Bu ayete göre Kuran okunurken aynı zamanda anlaşılması gereken bir kitapmış. Öyle olunca madem ki biz Türkler İslam dinini kabul etmişiz, Araplar gibi bizim de onun kitabını okuyup anlamamız, dualarını kendi dilimizde yapmamız gerekir. Bu nedenle Kuran’ı Türkçe’ye çevirttim. Artık halkımız Türkçe okuyarak hoca geçinenlerin “Kuran’da yazıyor,” diye uydurduklarını yutmayacaklar. Camilerde Kuran ve duaların meşhur hafızlar tarafından Türkçe okunmasını sağladım. Meğer halkımız ne kadar merak ediyormuş Kuran’daki yazıların anlamını. Camiler insan almamış dinlemeye gelenlerden. …”
Türk Atasözleri:
Dil kılıçtan keskindir.
Dil var bal getirir, dil var belâ.
Dil insanı beyan eder.
Dilin kemiği yoktur.
Alman Atasözleri:
Önce düşün, sonra konuş.
Şeytandan söz açılırsa üstüne gelir.
Söylemeyeni kimse duymaz.
Az söyle, çok dinle.
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
 
Kaynaklar:
Selçuk Erez, Cumhuriyet Gazetesi, Pazar 27 Eylül 2009
Muazzez İlmiye Çığ, Atatürk Düşünüyor, Epsilon Yayınevi, S. 92
ISBN 975 331 799 – 9
Vikipedi/Wikipedia
 
Bakınız, arşiv Ha-ber/İlter Gözkaya-Holzhey:
[*] Kaşgarlı Mahmud
[**]Dil Bayramı

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.