ANADİLİ YA DA TÜRKÇE VE TÜRK KÜLTÜRÜ

ABONE OL
18:12 - 01/10/2020 18:12
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ANADİLİ YA DA TÜRKÇE VE TÜRK KÜLTÜRÜ


Bizimkiler yurtdışında iş ve aş aramak için 60 lı yıllarda düşmüşler yollara.


70 li yılların başında da onların çocukları için öğretmenler gönderilmişler Türkiye’den yurttaşlarımızın çalıştıkları ülkelere. Örneğin rahmetli dayım 1973 yılında gönderilmişti Almanya’ya. Ben 1977 de geldim.


O yıllarda dersin adı, başlıkta da yer verdiğim “Türkçe ve Türk Kültürü Dersi”ydi.

Geldiğimde bu dersin öğretmenlerinin salt Türkiye’den gönderilenler olmadıklarına, yerel yönetimlerin görev verdikleri öğretmenlerin de bu dersi verdiklerine tanık oldum. Yerel makamların atadıkları arasında istifa ederek buralara gelen sağlık görevlisi de vardı, astsubay da, vekil öğretmenlik yaptığını belgeleyen ortaokul mezunu da.


Türkiye’den gelenlere bu yerellerin yaptıklarını düşünüyorum da bugün bile öfkeleniyorum.


Bir gerçeğin altını kalın bir çizgiyle çizmeliyim. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı bu işi def-i bela anlayışıyla yapıyordu, yapıyor.


Ben; bana Yurtdışı İşçi Çocuklar Eğitim ve Öğretim Genel Müdürlüğü’nün verdiği Berlin Eğitim Müşavirliği’nin adresini gitmek için bindiğim taksi şoförüne gösterdim. Taksi şoförü bana işaret diliyle Berlin’de böyle bir adres olmadığını söyledi.  Bana verilen telefon numarasını çevirdiğimde, o zaman anlamadığım, “Kein Anschluss unter dieser Nummer!” anonsunu dinledim her keresinde. Bu; “Saldım çayıra, Mevlâm kayıra!” anlayışı değilse nedir?


Kitapların tümü Türkiye’den geliyordu ve tümü Türkiye için hazırlanmıştı.


Bu da mı yetmedi bu işin def-i bela anlayışıyla yapıldığına?


O gün öyleydi de bugün değişti mi bu anlayış?


Sorunu gene de, değerli arkadaşım Mete Atay’ın kulakları çınlasın, buradakiler çözmeye çalıştılar. Onlar da olmasaydı elde ne ders kitabı ne de alıştırma/çalışma defteri vardı.


2015/16 Öğretim Yılı’nda Türkiye’nin gönderdiği değerli meslektaşlarımın elinde hangi ders araç ve gereci var acaba?


Kimse alınmasın! Ben; gönderildiğimde hiç Almanca bilmiyordum. Bugün gelenlerin durumu nedir ola?


1977/78 yılında 12 yaşında olan öğrencilerimiz 2000 yılında 22/23 yaşlarında genç kızlar ve genç erkeklerdiler artık. O yıl evlendiler ve bir yıl sonra da çocuk sahibi olduysalar onların çocukları 2006/2007 de öğrencilerimiz oldular. Bugün torunları aşındırıyorlar belki de okul yollarını.


Onların çocukları ya da torunları onlardan çok farklıdırlar artık. Onlar; az ya da çok biliyorlardı Türkçeyi. Onlara öğretmenlik yapmak bir anlamda kolaydı. Özel bir formasyona gerek yoktu.


Ama; çocuklar ya da torunlar, neredeyse hiç bilmiyorlar Türkçe’yi.


İşte zurna da tam burada zort diyor. Onlara öğretmenlik özel bir formasyon istiyor. Hadi biz unumuzu eledik, eleğimizi de astık. Var mı bu formasyon bugün bu dersi veren değerli meslektaşlarımızda?


Soruyu şöyle sormak daha doğru belki de: Öğretmeni o formasyonda yetiştirmek gibi bir hareket, bir niyet görüyor muyuz burada ve orada?


Bizimkiler saldılar ya çayıra! Eh artık, Mevlâm kayıra!


Buradaysa yabancı çocukları için eğitim politikasının adı “asimilasyon” dur.


Öyle olunca neden özel formasyonlu öğretmene gereksinim duysunlar ki?


Sözün özü yani; ben, o kadar da iyimser değilim bu derslerin geleceği konusunda.


Burada da söz konusu olan; “Bize verirler talkını, kendileri yutarlar salkımı.”dan öte bir şey değildir.

Hasan Arslan

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.