”ALTIN ELBİSELİ ADAM”DAN ATATÜRK’E TÜRKÇE

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Değerli okurlarım bugün sizlerle bir meslektaşımın gönderdiği yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazının içeriği başlığından da anlaşılacağı gibi Türkçenin evreleri. Doğal olarak hiçbir değişiklik yapmadan yazıyı olduğu gibi aktarmak istiyorum. Yıllardır bunları yaza yaza kalemimde mürekkep kalmadı. İçerik sizler için hiç yabancı gelmeyecektir eminim. Buna rağmen istedim ki bu bilinenleri bir de Hanife Hanımın kaleminden çıkmış haliyle okuyunuz. Umarım ders alınacak noktaları yakalamamıza ve üstümüze düşen dil duyarlılığı konusunda gereğini yapmamıza vesile olur.

***
tahsin-melan-21-03-a.jpgKazakista’da bulunan Altın elbiseli adam yalnız Türk tarihi açısından değil, dünya tarihi açısından da önemli bir buluştur. Altın elbiseli adamın mezarından çıkanlar, M.Ö. 5. yüzyıla ait yüksek Türk medeniyetinin
kanıtıdır. Burada çıkan eserlerden biri olan gümüş bir çanak üzerindeki yazılar, bugüne kadarki en eski Türk yazıları olarak kabul ediliyor.

Atatürk’ün Türk diline verdiği önem

“Bir milletin dilinden daha değerli bir varlığı yoktur. Bağımsızlığını kaybeden, toprağını kaybeden bir millet, korkunç bir felakete düşmüş demektir. Ama bir millet dilini kaybetmişse, bir daha toparlanamamak üzere yok olmuş demektir.”

Atatürk’ün ortaokullar için yazdığı “Medenî Bilgiler” kitabında “millet”in tanımı şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına ‘Türk milleti’ denir. Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk demek, ‘dil’ demektir. Türk dili dünyadaki en zengin ve en güzel dillerden biridir. Türk dili, Türk ulusu için bir hazinedir. Çünkü geçirdiği sonsuz yıkımlar içinde ahlâkını, göreneklerini, anılarını, kendini ulus yapan bütün niteliklerini, dili sayesinde korur. Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”

Atatürk, 20 Mart 1923’te yaptığı bir konuşmada da aynen şunları söyler:

“Osmanlı İmparatorluğu içindeki değişik kavimler hep ulusal inançlara sarılarak ‘ulusçuluk’ ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan farklı ve onlara yabancı bir ulus olduğumuzu, onlardan ayrılınca anladık. Anladık ki yanlışımız, kendimizi unutmuşluğumuzmuş. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak önce kendi benliğimize, ulusallığımıza saygıyı, duygu, düşünce, eylem olarak bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki ulusal benliği olmayan uluslar başka ulusların avı olurlar.”

Ata’mızın son nefesini verirken bile: “Arkadaşlara selam! Dil çalışmalarını gevşetmeyin.” demesi yine onun dile verdiği önemin bir başka göstergesidir.
Bir ulusun gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, egemenliğin simgesidir. Bayrak gibi, toprak gibi kutsaldır. Her millet, anayasasında dilini belirler ve ana dilinde eğitim yapar (sömürge devletleri hariç).

Dilimizi sevmek, ona sahip çıkmak her şeyden önemlidir. Ancak ona sahip çıkabilmemiz için öncelikle dilimizin özelliklerini, ayrıntılarını ve inceliklerini bilmemiz gerekir. Çünkü insanın bilmediği ve tam olarak kavrayamadığı bir şeyi sevmesi, koruması elbette güçtür.

İnsanlar doğar doğmaz, kendilerini anadil evreni içinde bulurlar. Kimse yabancı bir dil öğrenir gibi ana dilini öğrenmez, o yüzden ana dilimiz bizim elimiz, kolumuz gibi doğal bir parçamızdır. Bu durum, insanımızı şöyle bir yanılgıya düşürmektedir: “Türkçe konuşuyorsam o halde bu dili çok iyi biliyor olmalıyım.” Oysaki, bir dili konuşuyor olmak, o dili bilmek anlamına gelmez.

tahsin-melan-21-03-b.jpgDilimiz dünyanın en eski birkaç dilinden biridir; hatta belki de “ilk”idir.

Dilimizin dünyadaki en eski dillerden biri olduğu, bütün dilbilimciler tarafından kabul edilen, tartışmasız bir gerçektir. Kazakistan’ın Alma Ata şehrinin Esik kasabasında 1970 yılında tesadüf eseri ortaya çıkan bir mezarın Saka Türklerine ait bir prens mezarı olduğu anlaşılmaktadır.

“Altın Elbiseli Adam”ın mezarından 4.800 parça altından başka, mezardan çıkan, gümüş kaşıklar, taraklar ve vazoları inceleyen arkeologlar bu bulguların M.Ö. 5 yüzyıla ait yüksek bir medeniyet ürünü olduğunu kabul ediyorlar. “Altın Elbiseli Adam”ın üzerindeki altın zırh, başlığından çizmesine, kemerine kılıcına kadar her şeyi saf altındandır ve bu günün teknolojisiyle bile yapılması zor bir sanat eseridir. Bu mezar, Mısır Firavunu Tutankamon’un mezarından sonra dünyada, içinde en çok altın barındıran mezardır.

Bizim için ise tarih bakımından en değerli olan eşya yarısı kararmış bir gümüş tabaktır. Çünkü bu tabağın üzerinde bulunan iki satırlık yazı en eski Türk yazısı sayılıyor.

Bugüne kadar eski Türk yazısı olarak Orhun Abideleri biliniyordu ve bunlar zamanımızdan 14 asır geriye uzanıyordu. Oysa “Altın Elbiseli Adam”ın gümüş tabağındaki bu iki satırlık yazı, yazı dilimizin tarihini 25 asır öncesine taşımaktadır. Bölgedeki kazılar ve araştırmalar halen devam etmektedir.

Bu arada benzer bir durum olan, bilinen en eski yazı dili Sümerce ile Türkçe arasındaki ortak kelimelerle ilgili bilimsel araştırmalar halen devam etmektedir. Bu araştırmalar sonucunda, belki de Türkçenin dünyadaki bütün dillerin atası olduğu ortaya çıkacaktır.

“Bilim dili, dünya dili olarak nitelendirilen İngilizce ile karşılaştıracak olursak Türkçenin binlerce yıllık tarihi karşısında İngilizcenin sadece 400 yıllık bir geçmişinin olduğunu görürüz. Dört dilin karması olan İngilizcenin kendine ait kelime oranı %15’tir. Sokakta konuşulan İngilizcenin bile %60’ı Latincedir.” (Prof. Oktay Sinanoğlu).
Tarih içerisinde binlerce yıldır bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılarak yaşayan başka ulus yoktur.

Türklerin tarih boyunca yaşadıkları bölgelerin sınırlarını kabaca çizecek olursak Makedonya’dan Çin’e; Sibirya’dan Afganistan’a Türk halkları Türkçe konuşmaya devam etmektedir.

Bununla birlikte gerek Amerika’da gerekse Avrupa’da göçmen olarak yaşayan Türkleri de hesaba katarsak yeryüzünde yaklaşık 250 milyon kişinin ana dilinin Türkçe olduğu söylenebilir. Bu da dilimizin, dünyadaki en çok konuşulan 5. veya 6. dil olduğunu gösterir.

Dilimizin zenginliği de tartışma götürmez bir gerçektir

tahsin-melan-21-03-c.jpgDilimiz, fiiller açısından oldukça zengindir. Örneğin “darılmak” fiilini birkaç şekilde derecelendirerek isimlendirmek mümkündür: “kırılmak, gücenmek, küsmek, alınmak, gönül koymak, ağırına gitmek, gücüne gitmek, küsmek, incinmek, burulmak”gibi…

Dilimizin söz varlığında fiillerin diğer dillerdekinden fazla olması, Türk milletinin hareketli bir yaşam sürdüğünün göstergesidir. Bir dilde bir kavram, bir durum, bir nesne ile ilgili ne kadar çok kelime türetiliyorsa o kelime o millet için o kadar önemli demektir. Arapçada deve ile ilgili, Eskimolarda buz ve kar ile ilgili yüzlerce kelimeye rastlarsınız. Türkler için yiğitliğin ne kadar önemli olduğunu yiğitlikle ilgili kelimelerin çokluğuna bakarak anlamak mümkündür: “Er, mert, eren, alp, alperen, bahadır, cengâver, dilâver, yavuz, gözü pek, efe, kabadayı, yaman, aslan, kahraman, deli, cesur…”

Doğayla bu kadar barışık, doğayı kendi içinde bu kadar iyi eritebilen bir başka dil yoktur herhalde. Anadolu’da 9000 farklı bitki çeşidi tespit edilmiş, bunların 4000 kadarını halkımızın isimlendirdiği yıllardır yürütülen, derleme çalışmaları sonucu ortaya konmuştur.

Renkler için de aynı durum söz konusudur. Türkler bütün renklerin, nerdeyse her farklı tonuna değişik isim vermek için uğraşmışlardır. Örneğin yeşilin tonlarına verilen isimlerin, hemen aklımıza gelenlerini sıralayalım: Çimen yeşili, limonküfü, haki yeşil, tirşe, türbe yeşili, papağan yeşili, zeytin yeşili, çağla yeşil, acı yeşil, yosun yeşili, filizi, ördekbaşı yeşil, zümrüt yeşili, uçuk yeşil…

Dilimiz ikilemeler yönünden de zengindir. Nasrettin Hoca’nın şu fıkrasını başka bir dilde anlatmak mümkün değildir:

“Hoca bir gün evini taşımaya karar vermiş. Bir arabacı bulmuş. Arabacı gelmiş, eşyalara bakmış. Eşyaları taşımak için on lira istemiş. Hoca: ‘Çok.’ deyince arabacı: ‘Hocam, soba var moba var, dolap var molap var, sandalye var mandalye var.’ demiş. Hoca, arabacıya eşyaları taşıtmış. İş bitince Hoca 5 lira vermiş. Arabacı: ‘Hocam, paranın yarısını niye kestiniz?’ deyince Hoca da: ‘Evladım, sen de eşyaların yarısını getirdin. Soba geldi moba yok, sandalye geldi mandalye yok, dolap geldi molap yok.’ diye cevap vermiş.

Türkçemiz sadece fiiller, ikilemeler, renk ve bitki adları yönünden değil akraba isimleri, deyimler, atasözleri, nineler, maniler, türküler, destanlar, halk hikâyeleri koşmalar, gibi pek çok halk edebiyatı saydığımız eserleriyle de çok zengindir. Bu zenginlikleri dilimizi inceleyen yabancı bilim adamlarını da hayrete düşürmektedir.

Sözlü edebiyatımız, aynı zamanda eğlencelidir de. Karşılıklı konuşma biçiminde olan mizahî deyimlerimiz vardır. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse:

– Adın ne?
– Mülayim Ağa.
– Sert olsan ne halt edersin?
* Verdiğin bir yumurta, öldürdün dürte dürte.
* Aş başında ustasın, iş başında hastasın.
* Tilki, deliğine sığmamış; bir de kuyruğuna kabak bağlamış.
* En akıllısı beşikten başını sallıyor.
* Tut kelin perçeminden.
* Sen ağa, ben ağa. Bu ineği kim sağa?
* Emmim, dayım. Hepsinden aldım payım.
* İnek gibi süt vermeyen öküz gibi kutan (tarla) sürer.
* Akıllınız kim? Öndeki zincirli.

Kaynananın, iyi tutmayan peynire “gelin peyniri” adını koyması, buna karşılık gelinin de boş durmayıp en dikenli çiçeklerden birine “kaynanadili”, bir diğerine ise “kaynana topuzu” adını vermesi, bu şekilde geniş kitlelerce kabul görmesi, halkımızın mizah ve hoşgörü anlayışını ortaya koyar.

Dilimiz bilim yapmaya en uygun dildir

İnsanın en yaygın olarak kullandığı ikinci dil, matematiktir ve dil, matematiğe uygun olduğu ölçüde bilim yapmak mümkündür. Dilimizi inceleyen pek çok dil bilimci, yüksek perdeden seslendirmese de, bilim yapmaya en uygun dilin Türkçe olduğunun farkındadır. Çünkü matematiğe en çok benzeyen dil; bilim yapmaya en uygun dildir. Bu da Türkçedir. Zorla bilim dili yapılan, bizim gibi ülkelere de resmen dayatılan, “Bilim yapmaya en elverişsiz dil ise İngilizcedir.” (Oktay Sinanoğlu). Belçikalı dil bilimci Johan Vandewalle: “Türkçenin, en hayran olduğum yanı, onun yapısı. Matematik dil yapısı beni büyülüyor. Türkçe satranç gibi bir dil. Kuralları az ve istisnasız. Hâlbuki Batı dillerinde kuralların uygulanabilirliğinin bir sınırı vardır. Türkçenin matematik gibi düzenli, istisnasız bir yapıya sahip oluşu, yapım eklerinin çokluğu, sondan eklemeli bir dil oluşu beni büyülüyor.”demiştir.

Türkçenin yapım eklerinden söz etmişken, Türkçedeki yapım eki sayısını diğer bazı dillerle karşılaştırırsak şu tablo ortaya çıkar:

Türkçede yapım eki sayısı 103 iken, İngilizcede 28, Fransızcada 62, İspanyolcada 46, Rusçada 30, Almancada 23’tür.

Bir yerde okumuştum. Bir Türkolog, gezi hazırlığı yaparken yanında yardımcı olarak çalışan köylü bir ailenin küçük kızından valizini getirmesini ister. Küçük kız az sonra gelir ve “Valizin germeci kopuk.” der. Dil bilimci: “Germeç ne demek?” diye sorduğunda küçük kız: “Valizin kapağının düşmesini önleyen, iç kısımdaki bez bağ.” diye cevap verir. Türkolog, “Sizin köyde buna ‘germeç’ mi diyorlar?” diye sorduğunda küçük kızın: “Yok, bizim köyde öyle demezler. Ben öyle dedim.”demesi, Türkçenin, fiil kökünden isim türetilmesine ne kadar uygun bir dil olduğuna çok güzel bir örnektir. Küçük bir kız bile, farkında olmadan, “germek” fiilinden “germeç” kelimesini türetebilmektedir. (Türkçede -maç/-meç eki, fiil kök veya gövdelerine gelerek eşya adı yapar.) Yine Türk halkı tarafından farkında olmadan türetilen başka kelimeler de vardır: Ekin biçen makineye”biçerdöver” denilmesi; buldozere “düzler geçer” denilmesi, minibüse “dolmuş” denilmesi gibi.

Türkçenin sondan eklemeli bir dil olması ve yapım eklerinin çokluğu, Türk insanının, yeni karşılaştığı her nesne, durum ve düşünce karşısında onlara yakışan bir isim bulmasını kolaylaştırmıştır.

Bu kadar muhteşem bir dilimiz varken; bir türlü oluşturamadığımız dil bilincimiz, başka dillere olan lüzumsuz ve anlamsız hayranlığımız ve bunun nedeni olan, aşağılık kompleksimiz yüzünden, her geçen gün kendi dilimize, dolayısıyla kendi benliğimize yabancılaşmaktayız. Ve ne yazık ki pek çoğumuz bunun farkında bile değiliz.

Hanife BASA / Türkolog

***

Değerli meslektaşım Sayın Hanife BASA’ya bu güzel yazıyı kaleme almış olmasından ve özellikle bizimle paylaşma lütfunda bulunmasından dolayı sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Dilerim işin ilmini almış olan diğer Türkolog arkadaşlarımız da bu tür konularla ilgili yazılarını esirgemeyerek dil bilincinin gelişimine katkı sağlarlar.

Saygılarımla

Tahsin MELAN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.