ALOŞ

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Tek atlı, yaylı, Konya işi bir arabamız vardı. Geçim kaynağımızdı bizim. Ortaokul ve lisede öğrenciyken ben hep öğlenciydim. O zaman okullar, ilkokullar da içinde, ikili öğretim yaparlardı. O nedenle sabahtan öğleye kadar okula gidenlere sabahçı, öğleden akşama kadar gidenlere de öğlenci derdik. Ortaokul ve liselerde öğlenci sınıflarda kız öğrenci de olmazdı akşama geç kalmamaları düşünüldüğünden. Öğlenci olduğumdan sabah namazından önce kalkar, atı tımarlar, arabaya koşar, işe çıkardım. Babam rahmetli pek tembel bir adamdı. Sabahtan öğleye kadar arabamızla yük taşır, Allah ne verdiyse kazanır, getirirdim eve. Babam da öğleden sonra çıkardı işe. Akşama kadar 15,00 TL kazanırsak “İyi para…” derdik. O iyi paranın 5,00 lirasını at yerdi. Yedi çocuklu ailemize 10,00 lira kalırdı o paradan.
Geçinip giderdik işte öyle…

Arabamızın atı al bir kısraktı. Atların rengi olmaz, donu olur. Al donundan ötürü adını Aloş koymuştuk. Aloş’un gıdıklanma huyu vardı. Böğrüne dokununca kişneyerek kıç atardı. Bilenler ikide bir gıdıklarlardı o sevgili hayvanı.
Çok severdim ben Aloş’u. Ben çok sevdiğimden mi neden, babam ya satmak ya da takas etmek isterdi onu hep.
İki kez takas etti de hem.
İlkinde oturduğumuz ilçede, benim de tanıdığım bir arabacıyla yaptı bu işi. Adama Deli Veysel derdik. Göğsüne kadar inen kirli sakalıyla tam bir yobazdı. Arabasının üstünde “Hu” çekerdi durmadan. Oğulları yedi bela denilen cinstendiler. Ama ben, gene de kapısına dayandım Deli Veysel’in. Verdim atını, aldım Aloş’umuzu. Anam benim deli cesaretime şaşmış kalmıştı.
İkincisinde Osmaniye’den birinin, çirkin bir demirkır atıyla takas etti onu. Ben gidip alamayayım diye. Deliye döndüm.
Evimiz geniş bir avlun içindeydi, bir oda, bir mutfak. Yedi çocuk dokuz kişi hepimiz aynı odada yatardık. Avlunun iki kanatlı, köşe demirden, çinko bir kapısı vardı. Bir gece yarısı Aloş’un kişnemesiyle uyandım. Rüya görüyorum sandım önce. Ama; onun ara vermeksizin kişnemesi bunun bir rüya olmadığını anlamama yetti. Sessizce uyandırdım anamı. “Kalk ana!” dedim, “Aloş geldi.”
İnanmadı anam. “Yat, zıbar!” dedi, “Nasıl gelecek Aloş taa Osmaniye’den buraya?”
Kestim sesimi. Bizi uyandıramayan Aloş bu kez çinkodan avlu kapısına vurmaya başladı başıyla. Gürültüden hepimiz uyandık. Fırladık dışarı. Gelmişti. Kapının önündeydi. Kan ter içinde kalmıştı. Neredeyse 50 km lik bir yolu aşarak gelmiş, evi bulmuş, bizi de uyandırmıştı. İnanılmaz değil mi?
Babamla atını takas eden adam da geldi Osmaniye’den. “Gardaş” dedi babama, “al atını, ver atımı. Senin at bana yaramaz.”
Çok severim ben hayvanları, hayvanların arasından da atları…
“Tukaş”mış Metin Öğretmen’in köpeğinin adı. Kardeşi o köpeği ona, daha gözleri açılmamış bir enikken tukaş markasının etiketini taşıyan bir kutuda arnağan etmiş. O da o nedenle Tukaş koymuş o köpeğin adını. Avcıymış Metin Öğretmen. Tukaş’la ava giderlermiş. Çok severlermiş birbirlerini. Metin Öğretmen bir yere gider de uzunca bir zaman kalırsa eğer, döndüğünde onunla yatarmış Tukaş.
Boğazına biber gazı sıkılarak öldürüldüğünden bu yana mezarına gitmiyormuş Tukaş Metin Öğretmen’in. Tukaş’ın yavruları da varmış. Onlar gidiyorlarmış da o hiç gitmiyormuş mezarlığa.
Öyledirler bu hayvanlar. İnsan sevmez de insanı insanca, Tukaş Metin Öğretmen’i dağlarca sever, köpekçesine.
İnsanın “umurunda olmaz” da Metin Öğretmen’in ölümü.
İnsan olsa da!
Köpek mezarına gidemeyecek denli önem verir Metin Öğretmen’e. Hayvan olsa da…
İnsan bir kez daha kazandı!
Köpek; bir daha hiç görememek ve koklayamamak üzere, kaybetti sevdiğini…
Işıklar içinde yat Metin Öğretmen!

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.