ALMANYA’DA İLAHİYAT FAKÜLTELERİ AÇILIYOR

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Göçün 50.yılında Almanya’da İlahiyat Fakülteleri açılıyor. Bu Fakültelerden mezun olan İlahiyatçılar kuşkusuz Almanya’nın yeni yüzlerini oluşturacaktır. Almanya’da yetişen bu ilahiyatçılar kuşkusuz Hristiyan çoğunluk içinde yaşayan müslümanların dini ihtiyaçlarına cevap verebilecek donanıma sahip olacaklardır. En azından Almanyalı müslümanlar böyle düşünüyor.

Almanyalı Müslümanların çocuklarına okullarda İslâm dinini öğretecek din öğretmenlerine ve halkı irşat edecek imam ve hatiplere ihtiyacı var. 50 yıl sonra da olsa bu ihtiyaçların karşılanması için kolların sıvanması takdir edilecek bir çalışmadır.

Frankfurt İlahiyat Fakültesi’nin dekanı Prof. Dr. Ömer Özsoy’la İlahiyat Fakülteleri üzerine konuştuk:

Kam: Frankfurt İlahiyat Fakültesi ne zaman kuruldu, amacı nedir?

Özsoy: Fakültemiz 2002 yılında kuruldu. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Frankfurt Goethe Üniversitesi’nin imzaladıkları bir protokolle hayata geçirildi. Amaç Almanya’da İslam dini hakkında Müslüman uzmanlar yetiştirmektir. Bu kuruluşta Mehmet Emin Köktaş Bey’in emeği oldukça büyüktür. Kendisini minnetle anıyorum.

Fakültemizin temel amacı, hem öğretim hem de araştırma alanında, İslam’la ilgili bütün konuları geleneksel İslami ilimlere ve İslam’ın temel kaynaklarına dayalı olarak sistematik, tarihi ve fenomenolojik açılardan ele almaktır.

Ayrıca, kuruluş senedinde vazedildiği üzere, İslam’ın Avrupa bağlamında fikrî ve kurumsal gelişimine ve diğer dinler ve dünya görüşleriyle diyaloğun İslami temellerine özel bir önem veriyoruz. Bu çerçevede ilgi odaklarımızdan birini de, İslami ilimler geleneğinin Avrupa’da şekillenen oryantalistik İslambilimi ve Hıristiyan-Yahudi teoloji gelenekleri ile bilgi alış verişi ve diyalog oluşturuyor.

Takdir edersiniz ki, diyalog düzeyli eleştiriyi de içerir. Oryantalizm pek çok büyük başarısının yanı sıra çok temel zaaflarla da maluldür ve Avrupa’da gelişecek bir İslam İlahiyatı’nın oryantalizmi görmezden gelme lüksü yoktur.

Kam: Fakültenin öğretim dili nedir ve kadronuz yeterli midir?

Özsoy: Şu anda üç profesör olarak hizmet veriyoruz. Mesela Abdullah Takım Bey Frankfurt için büyük bir kazanımdır. Zira kendisi benden farklı olarak tamamen burada yetişmiş, ama oldukça sağlam bir ulum-i islamiye eğitimi almış nadir ilim adamlarından birisidir. Ayrıca üniversite eğitimini Almanya’da tamamlamış gençlerimizden iki tane de doktora öğrencisi aldık.

Başarının temel şartı kaliteli ve yeterli bir öğretim kadrosudur. Nitekim Diyanet’in vakfettiği kadroların yanı sıra Üniversite’nin de tahsis ettiği ilave kadrolarla onbeşin üzerinde bir öğretim kadrosuna sahibiz.

Kam: Hocalar maaşlarını nereden alıyorlar?

Özsoy: Hocaların tamamı maaşlarını Hessen yasalarının öngördüğü kriterlere göre Goethe Üniversitesi’nden alıyorlar. Yani hem hocaların hem de diğer personelin işvereni üniversitedir, Alman ve Türk basınında zaman zaman yer verildiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı veya Diyanet Vakfı değil. Dolayısıyla, bazı çevrelerin ısrarla tekrar ettikleri Frankfurt’a Türkiye müdahale ediyor iddiası tamamen hilaf-ı hakikattir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tek amacı, sağlam temeller üzerine oturan sağlıklı bir İlahiyat altyapısının oluşmasına katkı sunmaktır; şu veya bu din yorumunun propagandasını yapmak değil.

Kam: Öğrenci bulmakta güçlük çekiyor musunuz?

Özsoy: Sevinerek ifade etmeliyim ki, bu sömestr öğrenci sayımız büyük bir artış göstermiş ve 250’ye ulaşmıştır. Ayrıca, her sömestr kendi öğrencilerimizin dışında bir o kadar da, diğer branş öğrencileri derslerimizi takip ediyor. Bu sevindirici bir durum olmakla birlikte, kuşkusuz sorumluluğumuzu da artırıyor. Ben bu vesileyle, Enstitümüz’de okumayı tercih eden öğrencilerimize ve onları teşvik eden velilere, çevrelere ve kuruluşlara da teşekkür etmek istiyorum.

Kam: Din bilim ile ilahiyat arasındaki temel fark nedir?

Özsoy: din bilim ile ilahiyat arasındaki temel fark, dinbilim İslam’a dışarıdan bakarken, İlahiyat’ın içeriden bakmasıdır. Daha müşahhas ifade etmek gerekirse, dinbilim Kur’an’ı Hz. Muhammed’in ürünü olarak ele alır; ama biz müslüman İlahiyatçılar nezdinde Kur’an Allah’ın vahyidir.

Almanya üniversite camiasındaki yaygın kanaatin aksine, bize göre, Kur’an’ı vahiy olarak, Hz. Muhammed’i peygamber olarak görmek İslam’la ilgili bilimsel çalışmaya mani değildir. Böyle bir şey iddia edebilmek için İslam ilimler tarihi hakkında cahil olmak gerekir. Maalesef İslam İlahiyatı’nı bir ilim olarak görmeme yanılgısına özellikle Almanya’daki bazı Müslümanlarda da rastlıyoruz. Bu da İlahiyat eğitiminin ne kadar gerekli olduğunu teyit eden bir başka unsur.

Kam: Müfredat programlarınızdan bahseder misiniz?

Özsoy: Derslerimizn ağırlığını yoğun bir Arapça eğitimi ve ulum-i İslamiye teşkil ediyor: Tefsir, hadis, fıkıh, usul-i fıkh, kelam, siyer, İslam tarihi, İslam felsefesi, tasavvuf ve ahlak.

Müfredatımız, Arapça’nın yanı sıra ikinci bir İslam dili olarak Osmanlıca veya Farsçayı öğrenmeyi de öngörüyor. Yan branş öngörmediğimiz için, Almanya’da görev yapacak olan müstakbel İslam İlahiyatçılarının Hıristiyan ve Yahudi teoloji gelenekleri hakkında en azından temel bilgileri edinmesini sağlamak üzere, az miktarda da olsa seçmeli dersler koyduk. Bu dersleri ilgili fakülteler verecekler.

Müfredatımızın bir diğer unsuru da, sosyal araştırmalar ve din pedagojisidir. Bu çerçevede öğrencilere, kendilerini müstakbel görev alanlarına hazırlamaları için camilerde, okullarda, diyalog kuruluşlarında veya dini araştırma kurumlarında staj yapma imkânı da veriliyor. Ayrıca, son sene her öğrencinin kendisi için bir ihtisas alanı seçmesine imkân verdik. Böylece mezun olan her bir öğrencimiz, ya tefsir ve hadis, ya kelam ve fıkıh, ya İslam tarih ve kültürü ya da İslam düşünce tarihi alanında ihtisas yapmış olacak.

Farketmiş olacağınız üzere, program İslam İlahiyatı’nın kendi geleneğine ve Almanya’daki Müslümanların ihtiyaçlarına uygun son derece iddialı bir program.

Kam: Mezun olacak öğrenciler hangi alanlarda iş bulabileceklerdir?

Özsoy: İslâm din bilimi programımızdan mezun olanlar “dinbilimci” diploması alıyorlar. Bildiğiniz gibi, Almanya’da böyle bir meslek grubu var ve hizmet alanı oldukça geniş. İslam İlahiyatı programından mezun olanlar ise “İslâm İlahiyatçısı” statüsüne sahip olacaklar. Onların hizmet alanı camileri de kapsadığı için daha zengin.

Ancak, mezunlarımıza imamlık veya din dersi öğretmenliği yapma garantisi veremiyoruz, çünkü bu bizim verebileceğimiz bir karar değil. Malumunuz olduğu üzere, din dersi öğretmeni yetiştirmek Alman yasalarına göre devlet ve ilgili dini cemaatin müşterek karar verecekleri bir konu. Henüz Hessen’de bu konuda verilmiş bir karar yok. İmam ve din görevlisi yetiştirme konusu ise tamamen cemaatlerin işi. Zira imamlardan hizmet alacak olan da, onlara maaşını ödeyecek olan da cemaatler. Fakat iyi yetişmiş İlahiyatçılara ihtiyacın bu kadar büyük olduğu bir ülkede, her iki bölümün mezunlarının da iş sıkıntısı çekeceğini düşünmüyoruz.

Hiçbir dini eğitim almadığı halde, sırf Müslüman olduğu için dindersi öğretmeni olan yüzlerce kişi var Almanya’da. Dolayısıyla bizim mezunlarımız aranan insanlar olacaktır, bundan kuşkum yok. Onlara düşen kendilerini en iyi şekilde geliştirmek. Öte yandan, birkaç yıl içinde hem öğretmen hem de din görevlisi yetiştirme yetkisi alabileceğimizi düşünüyorum. Yaklaşık bir yıldır DİTİB’le sağlam temellere oturan bir imam eğitimi modeli üzerinde görüşüyoruz ve sanırım bir o kadar daha çalışmamız lazım.

Kam: Bazı üniversiteler altı aylık kurslarla imam yetiştirmek istiyorlar,

Özsoy: İmam eğitimi o kadar kısa sürede halledilebilecek bir iş değildir. Ama garip bir şekilde bazı üniversiteler, hiç bir teolojik altyapıya sahip olmadıkları halde imam yetiştirmekten bahsediyorlar. Bizim imam yetiştirmekten anladığımız, Türkiye’den gelen imamlara entegrasyon kursu veya dil kursu vermek değil. O da faydalı tabii ki, ama onu hem Diyanet, hem buradaki belediyeler ve vakıflar yapıyor zaten. Atılan adımları ve hazırlanan programları maalesef ciddiyetten uzak ve fazlaca politik buluyorum.

Bizim anlayışımıza göre bir din görevlisinin ve özellikle bir imamın sahip olması gereken donanımı üniversite tek başına sağlayamaz. Bu nedenle din görevlisi istihdam eden kuruluşların kendi eğitim kurumlarını oluşturmaları ve üniversitelerdeki İlahiyat bölümleriyle işbirliği yapmaları gerekir.

İslam Kültür Merkezleri ve Milli Görüş’ün bu tür kurumları olduğunu ve DİTİB’in bir model üzerinde çalıştığını biliyorum. Ancak, uzun vadede sadece bu özel eğitim merkezleriyle yetinmek de doğru değil.

En ideal model, imamların tefsir, hadis, kelam ve fıkıh gibi ilmi alanlarda üniversitede, Kur’an tilaveti, ilmihal ve ibadetler gibi uygulamalı konularda ise cemaatlerin eğitim merkezlerinde yetiştirilmeleridir.

Bu noktada da Müslümanlar Koordinasyon Kurulu’na görev düşüyor. Bütün imamların aynı eğitimi almasını teminen cami kuruluşlarını müşterek kurumlar ve programlar oluşturmaya davet etmek gerekir. Biz İlahiyatçılar olarak katkıda bulunmaya hazırız. Aksi takdirde her kuruluşun kendi imamlarını kendi okullarında yetiştirmesi, izolasyona ve Müslümanlar arası gruplaşmanın derinleşmesine hizmet ediyor. Ne dersiniz, çok mu hayalciyim?

Kam: Son olarak ne söylemek istersiniz?

Özsoy: İslâm’ın doğup geliştiği ve tarih boyunca şekillendirdiği İslam coğrafyasının dışında yaşayan Müslümanların, hem kimliklerini kaybetmeden kendilerini geliştirmeleri, hem de diğer inanç ve kültür mensuplarıyla kendi inanç ve kültürleri hakkında konuşabilecek yeterliliğe sahip olmaları gerekiyor. Bu, her şeyden önce bağlı bulundukları inanç esaslarını ve mensubu oldukları dini geleneği sağlıklı olarak öğrenebilmelerine bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa’da, İslam’a dair sağlıklı ilmî bilgiyi üretecek uzmanları yetiştirebilecek akademik birimlerin oluşturulmasının ne kadar önemli olduğu görülür.

Öte yandan, Avrupa’nın ortasında, bir Üniversite ortamında, kendine özgü şartlar altında edinilen bu tecrübenin, yüzyıllardır Müslüman kurumlarda ve salt İslam toplumlarında yaşayan Müslümanlar için üretilegelen İlahiyat birikiminden farklı bir dile ve örgüye sahip olacağı aşikârdır.

Genelde İslam dünyasının ve özelde Türkiye’nin bu tecrübeyle yüzleşmesi, İslam dünyasının İslami ilimler birikimi için de bir zenginlik olarak görülebilir. İslam’ın hem uluslararası kabul görmüş bilimsel metot ve standartlara uygun olarak, hem de kendi zaviyesinden otantik olarak araştırılması ve aktarılması, Almanya’da uzun bir tarihi, dolayısıyla bir geleneği olmayan yeni bir tecrübedir. Bu nedenle haklı olarak kuşku ve endişelere de yol açmaktadır.

Ben bizim enstitümüzle ilgili olarak da zaman zaman dile getirilen bu tür endişeleri bu iyi niyetle açıklama eğilimindeyim ve bundan rahatsız değilim. Eleştirilerden öğreneceğimiz şeyler varsa, müteşekkir olarak istifade ederiz. İşimiz gerçekten zor ve sorumluluğumuz büyük; bizim başlangıçta yapacağımız hataların zamanla gelenek haline gelme riski var zira.

Bazı girişimlerin art niyetli olduğu aşikâr olsa bile, biz sağduyuyu elden bırakmamaya ve hoşgörülü olmaya gayret ediyoruz. Ayrıca, İslâm’la ve Müslümanlarla ilgili her gelişmenin duyarlılıkla izlendiği ve titizlikle mercek altına alındığı bir ortamda, hem Müslümanlar nezdinde bir güven krizine düşmeden, hem de genel Alman kamuoyu nezdinde itibar kaybetmeden böyle bir görevin üstesinden gelmek çok kolay değil. Ne diyelim, Allah burada yetişmiş İlahiyatçıların sayısını artırsın.

Kam: Teşekkür ederim

Özsoy: Ben teşekkür ederim ve çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.