AKP YIKILACAK!

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye, AKP’nin uyguladığı yanlış, sorumsuz, bilinçsiz politikalarla çıkmaza sürüklenmekte. Bir iktidar düşünün ki küresel emperyalizmin istekleri doğrultusunda kendi ulusunun çıkarlarını hiçe saymakta… Bir muhalefet düşünün ki iktidarın aymazlıklarını görmezden gelip çoğu zaman bu aymazlıklara destek olmakta… Bir ülke düşünün ki devlet kurumları can çekişmekte… Bu ülkede halkın mutlu olması olanaklı mıdır?
12 Haziran 2011 seçimlerinden bir gün sonra yazdığım yazıda (bkz. 13 HAZİRAN, http://adiladalet.blogspot.com/2011/06/13-haziran.html …) bu günleri tahmin etmiş, ülkemizin bir çıkmaza sürüklendiğini vurgulamıştım. Türkiye temel sorunlarını iktidarıyla yönetip çözüm bulamamakta, muhalefetiyle de yeni ve doğru seçenekleri sunamamaktadır. Bu da sorunların çığ gibi büyümesine neden olmakta.
Ülkemizin çözümlenemeyen en temel sorunları nelerdir, bunların ortadan kaldırılması nasıl olmalıdır?

Terör Sorunu
AKP, 2002’de hükümet olduğunda neredeyse terör sorunu bitme noktasındaydı. Terör örgütünün hem silahlı eylem yapma alanı daraltılmış, gücü azaltılmış hem de siyasal manevra alanları yok edilmişti.
Terör örgütünün propaganda ağı çökmüş, PKK’nın basın organlarını kullanarak halkı etkileme olanağı bulunmuyordu on yıl önce. Bugün neredeyse medyanın tamamı terör örgütünün propagandasını yapmakta. Örgüt militanlarından sahte kahramanlar yaratılmak istenmekte. Devleti yönetenler kendi ellerinde bulunan medyayı adeta PKK’nın propagandasının yapılacağı bir alana dönüştürdü. Her gün yapılan bölücü yayınlarla PKK, halk nezdinde legal bir konuma getirilmeye başlandı. Bu yolla da hem sempatizanı hem de militanı arttı. Özellikle yandaş basının yazıcıları ve ekranlardaki söz ebelerinin devleti zorba gösterme çabaları özel bir rol oynadı.
Cumhuriyet düşmanlığı paydasında AKP ve PKK doğal bir bağlaşmanın iki tarafıydı. Bu nedenle de her ikisi de Cumhuriyet’e zarar verme, ondan intikam alma adına devlet kurumlarını çökertme işine giriştiler. ABD ve AB’nin dışarıdan desteğiyle kamuoyu yönlendirildi. Halkın adeta beyni yıkandı. Ne olduğu belirsiz bir ”demokrasi” söylemiyle yüzyıllık devlet kurumları, ülke gelenekleri bir bir ortadan kaldırıldı. Nasıl bir ”demokrasi” ki ülkemizin hem iç hem de dış güvenliğini tehlikeye atmakta, devletin temelini oluşturan temel direkler yerinden oynatılmakta. ”Demokrasi!” diye diye ülkemiz, tek adam diktatörlüğüne götürülürken muhalefetin de bu modaya uyması ilginçtir.
”Açılım” politikalarının inisiyatifi terör örgütüne verdiği çok açık. Habur ve Oslo rezaletleri devleti yönetenlerce ortaya konması ülkemizin düştüğü yönetim zayıflığının çok açık örneğidir. Habur ve Oslo terör örgütünün eylemlerini onaylama, teröristi şımartmadır. AKP’nin Oslo görüşmelerinde kararlaştırılan konuları yeni anayasa adı altında yürürlüğe koymak istemesi ise bir başka aymazlık. Muhalefet partilerinin anayasa değişikliği konusunda iktidarla yarışırcasına masaya oturması çok da şaşırtıcı değil. Özellikle CHP’nin devleti kuran parti kimliğiyle bölücü anayasalara karşı durması beklenmekteydi. Ancak parti yönetimine CİA işbirlikçilerini, AKP sevdalılarını dolduran CHP, bölücü anayasa konusunda çok istekli.
PKK ”demokratik talepler” adı altında ne dediyse hemen hepsi yasalaştı. Şimdi sıra özerkliğe geldi. O da ”AB’de var, bizde neden olmasın?” sloganıyla halkın kafasına işlenmekte. Özerklik konusu, bölücü anayasanın da başköşesinde.
Her söylediği gerçekleşen PKK, silahlı saldırılarını artırdı. Vur kaç taktiğinin yerine ”vur, kaçma, savun” yöntemi benimsenmekte son zamanlarda. Kurtarılmış bölgeler oluşturma stratejisini gerçekleştirmek için bölücü örgüt birkaç girişimde bulundu. Neredeyse her gün şehit cenazeleri gelmekte. Bu durum terörün önlenmesi konusunda halka umutsuzluk aşılayıp ”Bakın, askerle polisle olmuyor?” diyerek bölücü anayasaya zorunlu kılmak ulusu.
AKP iktidarı döneminde terörün zirve yapması, gittikçe azıtması hükümetin kamuoyunda güvenilmezliğini artırmakta. Bu nenenle de AKP’nin yıkıma gitmesindeki birinci nedendir bu. Hızla bölünmeye giden bir Türkiye AKP’nin eseridir.
Dış Politika
AKP hükümetinin en çok zarar verdiği, çıkmaza soktuğu alan dış politikadır. Komşularla ”Sıfır Sorun” diyerek yola çıkıp bugün ”Sıfır Komşu” durumuna getirdiler Türkiye’yi. Kendi elleriyle ülkemizi bir dış kuşatmaya soktular. Hiç sorunumuz olmayan ülkelerle düşmanlık tohumları ektiler komşuluk ilişkilerimize. Dış politikamızı ulusal olmaktan çıkarıp tamamen ABD çıkarlarına teslim ettiler. Hatta son zamanlarda ”kraldan çok kralcı kesilerek” ABD’den bile ileri gittiler. Bazı noktalarda ABD’liler bile şaşkınlıklarını gizleyemez oldu.
RTE, Ortadoğu’da ABD’yle kol kola Arap halklarına karşı kılıç sallamakta. Bu durum halkımızı rahatsız etmekte. Müslüman ülkelere karşı Haçlı zihniyetindeki ABD ile aynı safta bulunmayı Türk halkının hoş karşılamayacağı açık. Özellikle Suriye konusunda ortaya konan yanlışlar, bugün ülkemizi bir çıkmazın içine sürüklemiştir. ”Esat gidecek” diyen RTE, bu gidişle Esat’tan önce gidecek sanırım.
Komşularla hükümetin beceriksizliği yüzünden ortaya çıkan sorunlar, bir yandan güvenliğimizi tehlikeye düşürüp teröre uygun ortam hazırlıyor; bir yandan da ekonomik bunalımın derinleşmesine neden oluyor. Enerji gereksiniminin çoğunu dışarıdan sağlayan Türkiye, anlamsız bir maceraya atılmakta. Doğalgazın tamamına yakınını İran ve Rusya’dan karşılayan ülkemizin dış ilişkilerdeki sorumsuzluğunu anlamak olanaklı değil. Elektrik enerjisinin neredeyse yarısının doğalgazdan üretildiği düşünüldüğünde işin yaşamsallığı daha iyi anlaşılır. Türkiye’nin enerji konusunda karşılaşacağı bir sorunun ekonomiye ve günlük yaşama yansıması çok ağır olur. Bu nedenle Türkiye, Ortadoğu’da barışa en çok gereksinim duyan ülkedir. Bunu öncelikle yöneticilerin kavrayıp dış politikayı ülke çıkarlarını gözeterek oluşturmalılar.
Bölgesinde yalnızlaşan bir Türkiye’nin, başta terör olmak üzere büyük sorunlarını çözümlemesi olanaksızdır. Ülkemiz bölücü terörü; İran, Irak, Suriye ile işbirliği yapmadan çözemez. Bu gerçeği görememek büyük bilgisizlik. Bölge ülkelerinin barış içinde yaşaması en çok bizim çıkarımıza. Ortadoğu’da kalıcı barışı sağlamak için bölgesel birlik oluşturulmalı. Bu konuda Sadabat Paktı örnek alınmalı.
Ekonomik Sorunlar
Önümüzdeki günlerde AKP hükümetini en çok zorlayacak sorunların başında ekonomik bunalım olacak. On yıldır sıcak parayla sürdürülen sözde ”ekonomik istikrar” duvara toslamak üzere. Üretmeden çok fazla tüketen bir ülkede, ekonomik çarkların düzgün işlemesi olanaksız. Uluslararası para babalarının para pompalamalarıyla sonsuza dek ekonomik dinamikleri ayakta tutmak akıl dışı. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğini halkımız iyi bilir.
Sanayisi işlemeyen, tarımı çöken, hayvancılığı can çekişen, turizmi bir türlü kârlılığını artıramayan, madenciliği peşkeş çekilen bir ülkenin ekonomik çarkı dönmez. Birçok tarım ürününün yanı sıra bu yıl samanı da dışarıdan almaya başlayan ülkemizde, ekonomik bunalımın ayak sesleri duyulmakta.
Son on yılda en çok kazanan, büyüyen iki sektör var: bankacılık ve inşaat. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesine uymaz bu durum. Bankalar, müteahhitler ve yurttaş arasında adeta bir ”saadet zinciri” oluşturulmuş. Bu zincirin yurttaş halkası kopmaya başladı. AKP’nin halk desteğinin önemli bir kısmı da buradan gelmekte. Yıllardır konut edinme hayalleri kuran, bu konuda özlemle yanıp tutuşan dar gelirli halk kitleleri, TOKİ öncülüğünde başlayan her keseye uygun konut yapımından ev sahibi oldular. Yeterli birikimi olmadan bankalara borçlanarak edinildi bu konutlar. Bu nedenle de iktidar değişiminin bankacılık sektöründe bunalım yaratacağı algısı oluşturulan kitleler, AKP’ye var güçleriyle destek verdiler. Halkın gelirinin azalması ya da artmaması, tüketim mal ve hizmetlerinin sürekli zamlanması konut taksitlerinin ödenmesini güçleştirdi. Konut edinen yurttaşların çoğu hem elinde avucunda olan parayı kaptırırken hem de konutunu yitiriyor. İşte bu noktada halk, AKP’ye verdiği desteği sorgulamaya başlamakta.
Türkiye ile İspanya ekonomileri büyük benzerlikler göstermekte. İspanya, ülkemize göre daha sanayileşmiş bir görünüme sahip. İspanya ekonomisinde inşaat ve bankacılık sektörleri öne çıkmakta tıpkı ülkemiz gibi. Burada kurulan saadet zinciri koptu ve ekonomik iflas kapıda. AB’nin kendilerini kurtarmasını beklemekteler, ama bu olanaksız. İkinci bir Yunanistan AB’yi zorlamakta. Demek ki inşaat sektörünü destekleyerek ekonomide görece bir ferahlık sağlansa da gelecekte sonu iflasla biten bir macera bu.
Önümüzdeki günlerde büyük inşaat firmalarında iflasları beklemek hayal değil. ”Saadet zinciri”nin halk ayağı kopunca ödemeler aksayacak. Dengesiz, kontrolsüz, hızlı ve iktidar desteğiyle büyüyen; öz sermayeleri yetersiz firmaların ayakta kalmaları olanaksız. Çünkü ekonomik çarkını halktan gelen ödemelerle döndüren şirketler, parasal darboğaza girecekler. Ayrıca çok büyük projelere girişen şirketler, eskisi gibi pazarlama, satış olanakları bulamamakta. Bu durum, bankalara yarayacak. Bankalar, Türkiye’nin emlak kralları olacak.
Ekonomide bunalımın işaretlerinden biri de bütçe açıklarının bu yıl hızla artması. Bütçe açığı demek, yeni zamlar demek. Yeni zam demek, halkın cebinden para almak demek. Zar zor geçinen halka yeni zamlarla kemer sıktırmak, onu iyice köşeye sıkıştırmak demektir. Borçla yaşamını sürdürmeye çalışan yurttaşların, önümüzdeki günlerde gelecek zam furyasına ses çıkarmaması olanaksız. Ekmeği küçülen kişi, isyan eder. İnsan için en büyük korku, aç kalmaktır. Aç kalmak demek yaşayamamak demek. Aç kalma korkusu, diğer sorunlarla da birleşerek halkı sokağa dökebilir. İşte, AKP’nin yumuşak karnı burası.
Yolsuzluklar
AKP, iktidara gelirken ”yoksulluğu ve yolsuzluğu” bitireceğini vaat etti. Ne yazık ki yoksulluk halkımızın yazgısı. AKP yolsuzluğu bitiremediği gibi hem yoksul sayısını artırdı hem de yoksulları daha da yoksullaştırdı.
Yolsuzluk ise sıradanlaştı ve toplumu hastalıklı bir ur gibi sardı. Özellikle iktidar yanlısı kişilerin son yıllardaki servet artışları dikkat çekici boyutlarda. Büyük kentlerin zengin mahallelerinde lüks arabalarla dolaşan badem bıyıklı, türbanlı sayısı dikkat çekici boyutlarda. Bu durum, AKP’yi iktidara taşıyan yoksul kesimin dikkatinden kaçmamakta. İçten içe homurtular yükselmekte. ”Cefayı biz çektik, sefayı onlar sürüyor.” sözleri yüksek sesle söylenmekte. AKP yöneticileri ”Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar.” sözünü unutmuş görünüyor.
Yolsuzluğun yaygınlaşması, yurttaşlar arasında ”Haksızlığa uğradım, aldatıldım.” duygusunu güçlendirmekte. Kendini aldatılmış olarak duyumsayan kişi, isyan duygusuyla dolar. Yolsuzluğun varsıllaşmanın neredeyse biricik yolu olması, üreten kişileri de üzmekte. Yaşamı boyunca alın teriyle geçinmekten başka bir yol bilmeyen insanlar, yolsuzluk düzeninde enayi yerine konulmakta. Bu durum, toplumun çalışma şevkini kırmakta.
Halk, yolsuzluğun yoksulluğu derinleştirdiğinin farkında. Yolsuzluğu önleyeceğim diyerek gelen AKP, yolsuzluğu daha da yaygınlaştırdığı için gidecek.
Hukuksuzluklar
Ergenekon, Balyoz… gibi davalar, toplumda AKP hukuksuzluğu olarak algılanmakta. ”Darbecileri yargılıyoruz.” sloganıyla askerleri sindirme operasyonu, ilk başta halkın desteğini kısmen alsa da bugün bu destek yok oldu.
Yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında en güvenilir kurum yine TSK çıkmakta. Halkın bu kadar güvendiği bir kurumu dost ve düşmanın gözünde rencide etmek, halkın kanına dokunuyor. Ordusu güçsüzleştirilen bir Türkiye’nin, bu coğrafyada yaşayamayacağının farkında halkın çoğunluğu. PKK’lı teröristlere bile reva görülmeyen cezaların askerlere verilmesi halkta rahatsızlık konusu. Bu konuda hükümetin yanlı davrandığı düşünülmekte. Hukuksuzluk uzun süre sürdürülemez.
Halkın büyük çoğunluğu, AKP’nin yerleşik hukuk kurallarını ortadan kaldırarak kendi iktidarını kurmakta olduğunun farkında. Artık geldiğimiz aşamada demokrasi yutturmacasıyla hukuksuzlukların üstünü örtmek olanaksız.
RTE’nin önüne geleni azarlayıp fırçalaması hoş değil. ”Dediğim dedik, çaldığım düdük” tavrı halkta diktatör algısı oluşturmakta. En son Esat’a git demesi ve verdiği sürede hiçbir şeyin olmaması onun kabadayı tavrının kof olduğu izlenimi yaratmakta. AKP’nin yol açtığı hukuksuzluklar, ayağına dolanmak üzere.
Değerlere Saldırı:
Türkiye’yi bir arada tutan vazgeçilmez değerlerimiz var: Atatürk, bayrak, İstiklal Marşı, vatan, tarihsel kahramanlarımız, devlet…
AKP sözcülerinin ve yandaş medyanın sürekli ulusal değerlerimizi sorgulamak adına, onlara saldırmaları yurttaşlarımızı rahatsız etmekte. Cumhuriyet kurucularımıza karşı sürdürülen sistemli karalama kampanyaları, insanların moralini bozmakta. Muhalefet partilerinin bu konuda sessiz kalmaları, hatta zaman zaman bu saldırılarda rol almaları umutsuzluk yaratmakta. Bu nedenle de mevcut partilere güvensizlik hat safhada. Bu durum, siyasette yeni oluşumları gündeme getirmekte.
Ulusal duyarlılıkları aşındırma çabaları, halkta terör örgütüne karşı yenilgi algısı oluşturmakta. Halk, ulus olarak geleceğini tehlikede görüyor. Bu nedenle de içten içe kaynamakta sokaklar.
Değerlerin aşındırılması toplumda çözülme yaratmayı amaçlasa da halkın sağduyusu buna direnmekte. Bir kişinin, toplumun kimliksiz, kişiliksiz yaşayamayacağı düşünüldüğünde ulusun böyle bir saldırıya sonsuza dek susması beklenemez. Değer sistemine sürekli saldırılarak köşeye sıkıştırılan insanların öfkesi zamanı geldiğinde dizginlenemez.
Din Sömürüsü
AKP, iktidarını sürdürmek için sürekli olarak din sömürüsüne başvurmakta. Her vesile ile kendilerini dindar göstermekteler. Bunu yaparken de Muhalifleri dinsizlikle itham etmekteler. Ancak eskiye bakıldığında her şeyi din üzerinden açıklamak ve yapmak halk tarafından hoş görülmemekte. Yapılan yolsuzluklara, aydınlara yapılan baskılara, yurttaşlar arasındaki ayrımcılığa, sosyal hakların gasp edilmesine, taşeron sisteminin sömürüsüne dinsel kılıflar uydurmak insanların dikkatini çekmekte. Bu şark kurnazlığı yurttaşlar tarafından fark edilmekte.
AKP’nin dinsel alanda yaptığı ikinci önemli yanlış da mezhep ayrımcılığıdır. İslamiyet denince uslarına yalnızca Sünnilik gelmekte. Aleviliği, İslamiyet dışı bir inançmış gibi gösterme gayretindeler. Bu da ulusal bütünlüğümüzü tehlikeye atmakta. AKP’nin mezhep ayrımcılığı yalnızca ülkemiz sınırları içinde yapılmıyor; İslam ülkeleriyle ilişkilerinde de mezhep bağlamında davranılmakta. Koyu bir dinsel tutuculuğu her alanda uygulamaya çalışmak ulusun geleceğini tehdit altına sokmakta.
”Hem dindarım hem de rüşvet yerim.” anlayışını uzun sürdürmek olanaksızdır. İnsanların yüreğinde tertemiz sakladığı dinsel duyguları ve yaşayışı siyasetçinin kötü emellerine kalkan yapmak uzun süre sürdürülemez. Yurttaş, bunu fark ettiğinde öfkesinin önünde durulamaz. Kandırılmış insanın gazabı fenadır.
Eğitim Sistemi
AKP’nin, halk arasında içten içe en çok eleştirildiği nokta eğitim sisteminin altüst edilişidir. Eğitimin geriye gidişi, 4+4+4’le doruğa ulaşmıştır. Eğitim sistemi tamamen bir kargaşanın içine sokulmuştur. Hangi okulun, hangi alanda eğitim vereceği bile okulların açıldığı güne kadar tam olarak belli olmadı. Veliler, bu durum karşısında ne yapacaklarını, çocuklarını hangi okula götüreceklerini şaşırdılar.
Altmış altı aylık çocukların okula başlatılması ise kargaşanın daha da çoğalmasına neden oldu. Yaşamlarına başarısızlıkla başlayacak bu çocukların özgüvenlerini oluşturmak oldukça zor. Ezberlemenin en yüksek olduğu dokuzla on bir yaş arası olduğundan öğrencileri birinci kademeden mezun edip hafızlığa yönlendirme amacı taşıyan bir anlayışla eğitimi Arap saçına döndürmek toplumun geleceğini tehlikeye düşürmekte. Eğitimi dinsel içerikle sürdürmek ve pozitif bilimleri önemsememek halk tarafından onaylanmamakta.
İstanbul’da açılan birçok imam hatip ortaokulunun kapatılacağı bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından açıklandı. Demek ki halk; AKP’nin dinsel yönlendirmelerine, eğitimi bilimden uzaklaştırmasına prim vermemiştir. Eğitimdeki din sömürüsü geri tepmekte.
AKP iktidarının el atmasından sonra neredeyse her sınavında şaibe olan ÖSYM’nin uygulamaları dikkat çekicidir. Sınav yolsuzlukları halk tarafından kınanmakta. En masum konuda bile yolsuzluğun olması, insanların vicdanını kanatmakta. Adaletin olmadığı bir sınav sistemi özellikle yoksul kesimlerin hakkını gasp etmekte. Yoksulların desteğiyle iktidar olan bir partinin yoksulların haklarını hile ile ellerinden alması, uzun süre dayanılacak bir şey değil. İnsanların sabrı bir noktadan sonra taşar, bu da yakındır.
Sağlık Sistemi
AKP’nin kazandığı seçimlerde en çok kullandığı alan, sağlıktır. ”Sağlık reformu” diyerek göklere çıkarılmakta. Sağlık sistemindeki değişiklikler, ilk başta popülist söylemler ve uygulamalarla halkın hoşuna gitse de bugün şikayetler yükselmekte.
Sağlık sistemi yavaş yavaş paralı olmaya başladı. Sosyal devlet terk edilip parayı verenin düdüğü çaldığı bir sağlık anlayışı yerleştirilmekte. Devlet hastanelerine yatırım ve yenileme yapmayan AKP, özel sağlık kuruluşlarını teşvik etmekte. Başbakanın özel hastane açılışlarında boy göstermesi, hükümetin sağlık anlayışını da ortaya koymakta.
Resmi sağlık kuruluşlarının muayenelerde para alması, sosyal devletin ortadan kaldırılmasıdır. Sosyal güvenlik kuruluşlarının ödeme yaptıkları ilaç türlerini gittikçe azaltmaları ilgi çekicidir. Hastalar neredeyse ilaçların yarısını kendi olanaklarıyla almaktalar. Bu da yoksul kesimlerin bütçesini zorlamakta.
Sağlık reformu adı altında yapılanlar, en çok tıp fakültelerine zarar verdi. Uzun, zorlu ve disiplinli bir eğitimden geçen tıp öğrencileri, deneyimli öğretim üyelerinin üniversitelerden ayrılmasıyla zor durumda kaldılar. Bu gidişle tıp fakültelerinde sağlıklı bir eğitim yapılamaz. İnsanların canlarını iyi yetişmemiş hekimlere emanet etmesi büyük facialara neden olacak. Tıp eğitimi ciddiye alınmalı, yerleşik sistemle fazla oynanmamalı.
Sonuç:
Her alanda yapılan yolsuzluklar, haksızlıklar din perdesiyle örtülemez. Halkın sofrasında küçülen ekmeği, gelecekle ilgili kaygılar lafazanlıkla örtbas edilemez. Türkiye’nin bölünme tehlikesinin her geçen gün daha da arttığı bir dönemde terörü okşayan bir iktidara halk desteğinin sonsuza kadar süreceğini düşünmek yanlıştır.
Dünyanın en çok Amerikan karşıtı olan halkının yaşadığı bir ülkeyi, ABD çıkarları uğruna kardeş ülkeleri karıştırması uzun süre kabul göremez. Hem dindar olacaksın hem de ABD ile kol kola yürüyeceksin, bu oyun uzun süre sahnelenemez. Sahnelense de izleyici bulamaz.
Üstümüze çöken karanlığın sonsuza kadar sürmesi olanaksız. Doğal gidişat buna izin vermez. Her gecenin bir sabahı vardır demiş atalar. Ülkemizi ve Ortadoğu’yu karanlığa, emperyalist boyunduruğa sokmakta olan bir iktidarın bu koşullarda fazlaca ayakta durması olanaksız.
AKP’nin bu kadar uzun süre iktidarda kalması, devlet kurumlarını ve toplumsal değerleri tahrip etmesinin önemli bir nedeni de muhalefet partileridir. AKP’ye benzemeyi marifet sayan muhalefet partileri AKP’ye güç katmakta, onun yaptığı yıkımları cesaretlendirmektedir. AKP’nin yıkılması, ona benzemekte yarışan muhalefet partilerinin yönetimlerini de yıkacaktır.
İktidarıyla muhalefetiyle halkın güvenmediği siyasal bir ortamdayız. Ülkemizin derinleşen yaşamsal sorunlarının çözümü için ”milli merkez”e gereksinim vardır. AKP’den kurtulmak vatan sorununudur. Vatanın tehlikeye girdiği anlarda tüm yurtseverlerin ortak davranması gerekir. Bunu sağlayacak siyasal örgütlenmelere gereksinim var. Halkımızın yüzde altmışının mevcut partilere güvenmediği yapılan kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkmakta. Ulusun geleceğini güvence altına almak, yurdu esenliğe kavuşturmak, cumhuriyeti yeniden kurmak için Atatürk’ün yolunu izlemek gerek.
AKP’nin adım adım yıkıma gitmekte, Anadolu’nun devrimci ruhu canlanmakta. Doğudan doğan güneş yurdumuzun üzerine çöken kör karanlığı aydınlatacak, ufukta şafak sökmek üzere.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.