ADEM’İN SUÇUNU HAVVA’YA YÜKLEDİLER

ABONE OL
18:49 - 01/10/2020 18:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Resul Aydın bey, hangi takımda oynadığımı soruyor bir önceki yazımın yorumunda. Ben oyun oynamıyorum ki takımım olsun. Kur’an penceresinden olaylara bakıyorum ve kalemin gücü nispetinde yazılar yazarak okurlarımı aydınlatmaya çalışıyorum.

Resul bey, ben, hocalarımdan ve köyün hatibinden, erkeğin (Adem’in) topraktan, kadının (Havvâ’nın) erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını duydum çocukluğumda. İmam Hatip Lisesi’nde de aynı bilgilerin tekrarını okumaya devam ettim. Okuduğum dini kitapların, insanın yaratılışı ile ilgili bölümlerindeki, yaratılışla ilgili ayetlerin açıklamalarında da aynı bilgiler vardı.

İ.H.L..’nin son sınıflarına yaklaştığımda, Hayrettin Karaman ve Bekir Topaloğlu Müslümanların ezberini bozan açıklamalarda bulundular. Bid’atlardan, hurafelerden, uydurma hadislerden bahsettiler. Ve dini cemaatler Hayrettin Karaman ve onun gibi düşünenleri İslâm’ın dışına atmakta hiç beis görmediler.
Üniversite yıllarımda Avni İlhan ve Abdullah Aydemir’den(Allah rahmet eylesin) dersler aldım. Hayrettin Karaman’ın söylediklerini söylüyorlardı onlar da. Hz. İsa’nın ve Mehdi’nin gelmeyeceğinden bahsediyorlardı. Bu arada Muhammed Hamidullah Hoca’yla tanıştım (Allah rahmet eylesin) ve onun İslâm Peygamberi adlı iki ciltlik eserini okudum.
Sorgulamaya başladım. Köyün hatibinden öğrendiklerim mi doğruydu, yoksa Karaman ve arkadaşlarından öğrendiklerim mi? Bilhassa Kur’an’ın dünyasına yaptığım yolculuk fevkalade verimli oldu. Kafamdaki putlar birer birer yıkıldı. Herşeyin anlamı değişmişti. Bu yolculuk devam ettikçe bid’at ve hurafelerden uzaklaşıyordum. Daha sonraki dönemlerde M. Said Çekmegil, Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Atay, Said Şimşek, Hayri Kırbaşoğlu, Muhammed Gazzali, Fazlurrahman, Mehmet Said Hatipoğlu, Mikail Bayram gibi ilim adamları bana ışık oldular.

Ne var ki; ortaçağ karanlığından çıkar elde eden yarasaların dünyasında, dünyanın döndüğünü söylerseniz engizisyon tarafından acımasızca cezalandırılmanız kaçınılmaz oluyor. Dün H. Karaman bugün başkaları, yarın diğerleri… Ancak o yakılan meşale elden ele dilden dile taşınarak, yarasaların engellemelerine rağmen müslümanların yolunu aydınlatmaya devam edecektir.

Rasül bey bu vesileyle takımımı öğrenmiş oldu. Benim takımımda transferler para karşılığı olmaz. Oyuncular para almazlar bu takımda, maç masrafları bizzat oyuncular tarafından karşılanır. Kulüp başkanı Cennet karşılığında oyuncularının mallarını satın almıştır.

Ezber bozan bir konu:

Adem’in suçu niçin Havva’ya yüklendi. Yasak meyveyi Adem’e Havva mı yedirdi?

Kadını cahiliye döneminde, alınıp satılan bir eşya gibi gören Araplar, başta Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye olmak üzere, peygamberimiz’in vefatından sonra hemen harekete geçtiler. Yıllardır bekledikleri gün gelmişti. İslam’ın tahrif edilmesi gerekiyordu. Bedir’in intikamını almaları ve ve özellikle kadınları İslâm öncesindeki konumlarına getirmeleri gerekiyordu.
Bunun en kestirme yolu, hadisler uydurmaktır, onlar da öyle yaptılar. Ehl-i Kitap mensuplarıyla aynı amacın etrafında toplandılar, el ele vererek istedikleri konularda, çoğu, Ehl-i Kitap kaynaklı hadisler uydurmaya başladılar.
Emevî ve Abbasî saltanatı da hadis uydururanlara çanak tuttu. “Kadınların erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığından… saçları uzun akılları kısa olduğuna… ve bundan ötürü dinlerinin yarım olacağına…” varıncaya kadar bir dizi hadis uydurarak Peygamberimiz’e fatura ettiler. Dinin tahrif edilmesine rıza göstermeyenler, bu duruma müdahale edenler susturuldu, susmayanlar zindanlara atıldı ve kırbaç altında can verdiler. İmam-ı Azam bu yiğitlerden biridir. Ve başarılı oldular.

Mesela; bu tahrifçilerin yazdığı veya yazdırdığı kitaplarda ve yaptırdıkları tefsirlerde, Havva’nın yılanın marifetiyle yasak meyveden yediği ve Adem’e de yedirdiği yazılmaktadır. Kürsülerden de aynen bu uydurma bilgiler hocalar(!) tarafından halka anlatılır oldu. Ve böylece Adem’in suçu masum bir şekilde Havva’ya yükleniverdi. Kur’an’a rağmen suç Havva’ya yüklenmiştir.

Konu ile ilgili âyetler çok açık ve nettir:

-“Ey Adem sen ve eşin Cennet’te kalın ve istediğiniz yerde yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa haksızlık edenlerden olursunuz dedi.
“Şeytan ayıplarını kendilerine göstermek için onlara fısıldadı ve: Rabbinizin bu ağacı size yasaklaması, melek olmanızı ve veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir “dedi.
“Ben size öğüt verenlerdenim„ diye onlara yemin etti. Böylece onları aldattı. Ağaçtan tattıklarında, ayıpları kendilerine göründü ve Cennet yapraklarıyla kendilerini örtmeye koyuldular. Rableri onlara: “Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim diye seslendi…” (Araf/19. 20. 21. 22)

Âyetten anlaşıldığına göre; Adem ve eşi [insanoğlu] cennete [yeşillik bir yere] yerleştirilmiş ve burada kendilerine bir konu hariç her türlü özgürlük verilmiştir. Konuyu daha iyi kavrayabilmek için aynı konunun temsili olarak anlatıldığı âyetleri iniş sırasına göre değerlendirdelim:

“Ve and olsun Biz bundan önce Adem’e ahit verdik de [ondan söz aldık da] , o, aklından çıkardı [yapmadı] ve Biz onda bir azim [kararlılık] bulmadık. Ve Biz bir zaman meleklere, “Adem için boyun eğin” dedik de, İblis hariç hepsi secde ettiler, o dayattı. Sonra da Biz, “Ey Adem! Şüphesiz bu [İblis] sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin acıkmaman ve çıplak kalmaman oradadır [cennettedir] . Ve sen orada susamazsın ve güneşin sıcağında kalmazsın” dedik. Sonunda şeytân ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Adem! Sana sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi? Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Adem Rabbine asi oldu da şaşırdı/azdı. Sonra Rabbi, onu seçti de tövbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. O [Allah] , (o ikisine,) “Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan inin. Artık Benden size bir kılavuz geldiği zaman, kim Benim kılavuzuma uyarsa işte o, sapıklığa düşmez ve mutsuz olmaz” dedi. (Tâ-Hâ/115-123)

“Ve Biz, “Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin ve fakat şu ağaca yaklaşmayın [mal/altın, gümüş vs. tutkunu olmayın] , yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. Bunun üzerine şeytân onları oradan kaydırdı, içinde bulunduklarından çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak alçalın, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik…” (Bakara/35-38)

Adem’in Cenneti:

Adem ve insanlar topraktan yaratılmışlardır. Adem ve tüm insanlığın ilk yaratıldığı toprak başka bir âlemde veya cennette değil, yeryüzündedir. (Bakara/30, Tâ-Hâ/55, Müminûn/79, Sâd/71, Hicr/26, İsrâ/61-65, Secde/7)

Dolayısıyla buradaki cennet sözcüğünden âhiretteki cennet anlaşılmamalıdır. Zaten cennet‘in esas sözcük anlamı “yeşili ve ormanı toprağı örten sulak arazi parçası” demektir. (Bakara/265, Sebe/15-16, Kehf/32-40, Necm/15, Kalem/17)

Diğer taraftan, âhiretteki cennetin birçok niteliği Kur’ân’da açıklanmıştır. Ayetlerdeki açıklamalara göre, ahiretteki cennetin nimetleri bitmez ve tükenmez. Ayrıca orada günaha girme, boş lâkırdı olmadığı gibi, herhangi bir şeyin yasaklanması da söz konusu değildir. Oysa Adem’in yerleştirildiği cennette her şey geçicidir ve orada Adem’e bir yasak konmuştur. (Bakara/25, Fâtır/33-35, Sâffat/40-49, Duhân/51-57, Tûr/17-24, Rahmân/46-78, Vâkıa/10-40, Mümtehine/21-24, İnsan/5-22, Nebe/31-37, Tûr/17-28, Zuhruf/68-73, Tâ-Hâ/120)

Bu durumda, Adem mükâfat yurdu olan cennette yaratılıp da oradan dünyaya indirilmiş değildir. Adem, yeryüzünün yeşil, ormanlık, sulak bir bölgesinde yaratılmış, sonra da oradan cennet niteliği olmayan başka bir bölgeye [çöle] düşürülmüştür olmalıdır.

Yasaklanan Ağaç:

Kur’ân kendisini tanıtırken âyetlerinin bir bölümünün müteşâbih [mecâz, kinâye gibi sanatsal anlatımlı ve çok anlamlı] olduğunu açıklamıştır. Bu âyette geçen [şecer=ağaç] sözcüğü de bu ayetlerdendir.

Şecer= ağaç:

[şecer], “bitki cinsindendir. Gövdesi üzerinde desteksiz duran bitkidir; kış mevsiminde varlığını koruyan bitki”dir. Hicazlılar, buğday, arpa ve hurmaya şecer derler. Şecer sözcüğü, “ihtilâf” (Nisâ/65) ve “sarf etme” anlamlarında da kullanılır. Çünkü ihtilâfların ekserisi “mal” yüzündendir, en çok harcaması yapılan da “mal”dır.
Dikkat edilirse, âyetlerdeki şecer sözcüğü ile Araf 22’nci âyetteki [varaku’l-cennet] ifadesi aynı anlama gelmektedir ve her ikisi de kısaca “mal, altın, gümüş, deve, arpa buğday ve hurma” demektir. Dolayısıyla şecer‘i Hicazlılar gibi “mal” olarak anlamak daha doğru olacaktır.

Mal:

[mal] sözcüğü Türkçeye Arapçadan gelmiş bir sözcüktür. Mal “altın ve gümüşten sahip olunan” demektir. Arab’ın mal dediği şey, ekseriyetle “deve”dir.

Kıssayı anlatan âyetlerdeki ifadeler ve sözcüklerin gerçek manaları göstermektedir ki, Allah insanın mal tutkusundan uzak olmasını istediği için Adem ve eşini mal düşkünü olmaktan menetmekte, İblis de Adem ve eşini mal ile aldatmaktadır.

Nitekim Tâ-Hâ/120‘de İblis, Adem’i ebedîleştirmek için onu [şeceretü’l-huld]‘a; mala [altına, gümüşe, deveye, arpaya, buğdaya, hurmaya…] yönlendirmiştir. Aslında “şeceretü’l-huld”a yönlendirme, İblis’in üçüncü vesvesesidir. İblis’in ilk vesvesesi, melek [irâdesiz varlık; robot] yapılma ve [hâlid] olma [hiç değişmeden aynı kalma] üzerine olmuştur.

İblis’in Adem’i yoldan çıkartmak için başvurduğu bu son vesvese, akla hemen Hümeze/2-3 âyetlerini getirmektedir: “O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini ebedîleştirdiğini sanarak onu tekrar tekrar sayandır.” (Hümeze/2-3)

Netice olarak; bize göre gerçekte ne böyle bir olay cereyan etmiştir, ne de ortada herhangi bir ağaç vardır. Çünkü âyetlerde temsil tekniği kullanılmış olup her şey temsili olarak anlatılmıştır. Yüce Allah mesajını Adem, Adem’in eşi ve İblis arasında geçen temsili bir olay üzerinden iletmiştir. Bu temsilin sahnesi cennet [yeşil bir bölge]; sahne dekoru ise şecer [mal; altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, deve] ‘dir.

Adem’in suçu Havva’ya yüklendi

“Ama şeytan ona vesvese verip: “Ey Adem sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? ” dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi.” (Taha/120)
“Şeytan ikisinin ayağını da oradan kaydırdı ve onları bulundukları yerden çıkarttı…”(Bakara/36) Bu Ayetlerde ise, temsili olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.

Taha suresindeki, birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.

Çirkinliklerin kendilerinde gizli kalışı:

Böylece onları aldatarak zillete düşürdü. Onlar ağacın tadına varınca, çirkinlikleri kendilerine belli oldu ve cennet yapraklarından üst üste yamayıp üzerlerine almaya başladılar. Rabb’leri onlara [o ikisine] seslendi: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve size, ‘Bu şeytân kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?” (Araf/22)

Âyetin bildirdiğine göre Adem ve eşi, İblis’in vesvesesini, ölçüp biçmeden [tefekkür etmeden] uygulamış ve içlerinde gizli olan çirkinlikleri, yani istenmeyen, sevilmeyen huyları ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan ilk çirkinlik ise “istifçilik”tir.

Cennet yaprakları(ağaç yaprakları değil):

“Ağaç yaprağı” ve/veya “kitap yaprağı” olarak meşhurlaşmış olan [varak] sözcüğü; Arap dilbilimcilerinden Cevherî’ye göre, “gümüşlerden yapılma ve develerden meydana gelme mal varlığı”; İbn-i Sîde’ye göre, “koyun ve develerden meydana gelen mal varlığı”; Râgıb’a göre, “kitap ve ağaç yaprağından başka, ağaçtaki yaprağın çokluğuna benzetilerek ‘çok mal’ için de varak tabiri kullanılır. Ebû Ubeyde’ye göre, “gümüş ve her türlü canlı hayvan”; Ebû Sa‘îd’e göre, “basılmış gümüş” [gümüş para] anlamlarına gelmektedir.
Bu açıklamalara göre, âyetteki [varaku’l-cennet=cennet yaprağı] ifadesi, “insana haz veren para, mal, mülk ve çeşitli nimetler” anlamına gelmektedir ki Rabbimiz bunların neler olduğunu başka bir âyette bildirmiştir:

İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler süslü gösterilmiştir. Bunlar iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa Allah, varılacak yerin bütün güzellikleri yanında olandır. (Âl-i İmrân/14)

Adem ve eşi, Kur’ân’da varaku’l-cennet olarak adlandırılmış olan “iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeyler”e dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak [bütün süsleri bir araya toplayarak] üzerlerine almışlardır [yaşamlarının ayrılmaz parçası hâline getirmişlerdir] .

Zevk:

[zevk] , “lezzet alma, hoşa gitme; bir şeyin tadını almak, tadına varmak, bir şeyin müptelâsı olmak” demektir. Bu şey, iyi bir şey olabileceği gibi, çirkin bir şey de olabilir. Bir şeyin tadını almak ağız yoluyla olabileceği gibi başka yollarla da olabilir. Nitekim Kur’ân’ın birçok âyetinde azabın-belanın tam içerisine düşme de zevk sözcüğüyle ifade edilir.

Esas anlamı bu olmasına rağmen sözcük genellikle “dil ucuyla tatma” anlamında anlaşılmaktadır. Hâlbuki esas anlamı “iliklere işleyecek ölçüde hissetmek” demektir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’ân’da 60 kez yer almış ve “nimetlerin veya cezanın azıcık dokunup geçivermesi” olarak değil de “gerçekten, iyice yaşanması” anlamında kullanılmıştır.

Burada da Adem ve eşinin konu edilen ağaçtan [altından, gümüşten, deveden, arpadan, buğdaydan ve hurmadan] basitçe tatmayıp onun iyice tadına vardıkları, müptelâsı [tutkunu] oldukları anlaşılmaktadır. Zaten Tâ-Hâ/121‘de bu durum, zâka [tadına vardılar] sözcüğü yerine, ekele [yediler] sözcüğü ile dile getirilmiştir.

Görüldüğü gibi, âyetteki ifadeler tam anlamıyla hayatın gerçeklerini yansıtmaktadır. Adem ve eşinin, nimetlerin tadına varınca onların esiri olmaları ve tutkuyla bağlandıkları bu nimetlerden ayrılmamak için onlara sımsıkı sarılmaları, bugün de karşılaşılabilecek manzaralardır. İğreti dünya hayatının süslerinden bir tanesini bile dışarıda bırakmadan hepsine sahip olan veya olmak isteyen, faydalandığı süsleri âdeta üzerine yapıştırıp tam anlamıyla bir süs istifçisi hâline gelen insanlar hiç de az değildir. O hâlde, Rabbimizin sözleri kesinlikle bir masal gibi algılanmamalı ve bilinmemelidir ki, “kendisine ilham edilmiş fücûrun İblis’in etkisiyle dışa vurması” şeklinde ortaya çıkan çirkin insan davranışları, Adem ve eşine kadar dayanmaktadır.

Tekâsür sûresi’nde bu hastalığın dünyayı cehenneme çevirdiğini bildiren Rabbimiz, Adem ve eşinin davranışlarıyla dünyanın cehenneme dönüşmeye başlaması karşısında, âyetin son cümlesi ile duruma müdahale etmiştir: Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve size ‘bu şeytân kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?

Sonuç:

1-Şeytanın kandırarak meyveden yemesini kalbine vesvese ettiği kişi görüldüğü gibi Havva değil, Adem‘dir. Yıllardır Adem’in günahı Havva’ya yüklendi ve kadınlar, zayıf karakterli insanlar olarak, uydurma bir hadisle de desteklenerek„ saçı uzun aklı kısa, dini yarım” ve de ” fitne” olarak haksız yere din adına mahkum edildi. Ucu Muaviye’ye dayanan, kadının eğitilmesini istemeyen çıkar çevreleri bu hadisleri uydurdular veya uydurulmasını emir vererek desteklediler. “Aman kadınları eğitmeye kalkmayın, olduğu halde bırakın yoksa kırarsınız”: Çünkü eğitimsiz kadını, yönlendirmek, hem kendisinin hem de başkalarının istifadesine sunmak daha kolaydır.

Günümüzde kadını hürriyetine kavuşturduğunu söyleyerek alabildiğine sınırsız, hiçbir manevi değere saygı duymadan yaşamasını isteyen ve bu haliyle onu reklam aracı olarak kullanan zihniyetle; başörtüsünü bahane ederek okumasına mani olan zihniyet aynı zihniyettir. Biri öbüründen masum değildir. Her iki zihniyetin mensupları da bir şekilde kadını yönlendirerek çıkarlarına alet etmektedir.

Çıkar hesabı için kadını yönlendirenlerle, siyasi rant elde etmek için yönlendirenlerin arasında hiç fark yoktur.

Kadınlar da kadercilik anlayışıyla kendilerini erkeklerin insafına teslim etmişler, ciddi bir dirençle istismar edilmeye karşı çıkmamışlardır. Erkek egemenliğine karşı direnenler, ya işi tamamen çığırından çıkarmış, Amazonlar gibi olmayacak hayallerin peşinde koşmuşlar, ya da günümüzdeki feministler gibi hiçbir sınır tanımadan işin çığırtkanlığını yapmaktadırlar.

Kur’an’ın çağırdığı uzlaşma zemininde buluşmaya kimse niyetli değildir. “İnanan erkeklerle inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler, dostudurlar.”

Dostlar birbirlerine ihanet etmezler, onların biri diğeri için vardır. Aksine onlar hangi mekânda ve şartta olursa olsun birbirlerini kollamalı ve gözetmelidirler.

2- Konuyu Kitab-ı Mukaddes’teki şekliyle takdim ederek noktalamak istiyorum:

-„Ve Rab Allah’ın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı olan yılandı.
Ve kadına dedi: Gerçekten Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi?
-Ve kadın yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvesi hakkında Allah: Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki, ölmeyesiniz dedi.
-Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.
-Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için gözlere hoş görünmekte ve insanı anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvesinden aldı ve yedi; ve kendisiyle birlikte kocasına da verdi, o da yedi.
-İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar…
-Ve Rab Allah Adam’a (Adem’e) seslendi; ondan, yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? dedi.
-Ve Adam dedi: Yanıma verdiğin kadın, o ağaçtan bana verdi ve yedim.
-Ve rab Allah kadına dedi: Bu yaptığın nedir?
Ve kadın dedi: Yılan beni aldattı ve yedim.”

3- Ayetlerde adı geçen Cennet’in bağlık bahçelik bir yer olması gerekiyor. Çünkü, cennet bahçe demektir. İnsanoğlunun böyle bir yerde yaratıldığı sınava tabi tutulduğunu görüyoruz. İnsanoğluna yapmaması tembih edilen şeyin cinsel ilişki olduğu akla daha uygundur. Burada mecazi bir anlatımla çoğalmanın cinsel ilişki yoluyla olacağı anlatılmış olmalıdır. Yoksa herhangi bir meyvenin yenilmesi ve yenilmemesi değildir anlatılan. Anlatılan mekânın gerçek Cennet olduğunu varsayarsak şu soruların cevabını vermemiz gerekecektir:
1-Cennet yaratılmış mıdır, yaratıldıysa nerededir?
2-Cennet’e şeytan girebilir mi?
3-Cennet’te günah işlenir mi?
4-Cennet’e girdikten sonra çıkmak var mıdır?
5-Cennet’te imtihan devam edecek mi?
6-Cennet’te insana zarar veren bir varlık olacak mı?
7-Soruları ben sordum, cevabı siz verin…
8-Cennet’te Yasak var mıdır?
…………………………………………………………………
Geniş bilgi için:

*Yaşayan kur’an, ilgili ayetler /İhsan Eliaçık
*Hayat Kitabı Kur’an, Mustafa İslamoğlu/ Bakara 36 dipnotları
*Tebyînu’l-Kur’ân, ilgili ayetler /Hakkı Yılmaz

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.