ABDEST VE AMACI NEDİR?

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Abdest Namazın Ön Şartıdır, Kur’an Okumanın Değil

Abdest kelimesi Farsça bir bileşik sözcüktür. “Âb” ve “dest” kelimelerinden oluşmaktadır. Âb, “su” demektir, dest ise “el” demektir. Bileşik olarak “elsuyu” anlamına gelmektedir. Arapça’sı ise güzellik ve temizlik anlamında “vuzû”‘dur. Türkler, müslümanlığı Farslardan (İranlılardan) öğrendiği için, dînî terimler dilimize Farsça olarak yerleşmiştir.

Abdest âyeti Medine’de inmiştir,(1) Mekke’de değil. Namazı farz kılan ayetler de Medi’ne de inmiştir, Mekke’de değil. Buyruk şöyledir: “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitliktir.” (2)

Farz kılınan bu namazların vakitlerini belirleyen ayetler de Medîne’de inmiştir Mekke’de değil: “…namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”(3) Bu ayetlerden anladığımıza göre, Mekke’de ne farz kılınmış bir abdest vardır, ne de farz kılınmış ve vakitleri belirlenmiş bir namaz.

Abdesti farz kılan âyet:

Abdestin nasıl alınacağını ve hangi şartlarda bozulacağını bildiren ayet aynen şöyledir: “Ey iman sahipleri! Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedin ve topuklara kadar ayaklarınızı meshedin/yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin. Hasta yahut yolculuk halinde iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinizi ve ellerinizi ondan meshedin. Allah size zorluk çıkarmak istemiyor. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredebilesiniz.” (4) Bu âyet indikten sonra abdest, sadece namaz ibadetinin olmazsa olmaz ön şartı olmuştur.

Dikkat!

Âyeti kerimede geçen “vemsehu biruûsiküm ve ercüleküm ilel ka’beyn= meshediniz başlarınızı ve aşıklara kadar ayaklarınızı” bölümündeki “ercüleküm” kelimesi, lâmın kesriyle de fethiyle de okunmuştur. Kesriyle okuyan, “ercüleküm” kelimesini hemen kendinden önceki “biruûsiküm” kelimesine atfetmiş olur. Bu takdirde mânâ: “meshediniz başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı” demektir. Bu durumda ayakları meshetmek farz olur, yıkamak değil. “Ercüliküm” şekilde kıraat edenler “ercüleküm” şeklinde kıraat edenlerden daha çoktur. Bu kıraat (ercüliküm), gramer kurallarına da en uygun olandır. Zira Arapça’da söz, uzak harf veya âmile değil, yakın harf veya âmile bağlanır.

Bazıları “ercüleküm” ü daha önce geçen “fağsilû” fiilinin tümleçlerine bağlarlar. Bunlara göre “ercüleküm: ayaklarınız”, kendisinden hemen önceki “vemsehû: meshediniz” fiilinin tümleci değil, daha önceki “fağsilu: yıkayınız” fiilinin tümlecidir. O takdirde mânâ: “yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız, başınızı meshediniz ve topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız.” şeklinde olur. Aslında Arapça gramer yönünden bu mânâ, pek tutarlı değildir.

Ülkemizdeki Mushaf’ta da bu ikinci kıraat şekliyle okunup yazılmaktadır. Bunun sonucu olarak, ayakları yıkamak farz telakki edilmektedir. Ama Kurrâ’nın çoğunluğunun kıraati ve Arapça dilbilgisi kuralları ön planda tutulduğunda ayakları, yıkamak farz değil, meshetmek farzdır.

Suyun azlığı, zaman darlığı gibi durumlarda ve soğuklarda Müslümanlar çekinmeden, ayaklarını meshederek abdestlerini almalıdır.

Âyetin açık seçik anlamından her namaz kılınacağında bir abdest alınmasının gereği anlaşılmaktadır. Rasülüllah, sahabe ve din bilginlerinin ekserisi de öyle yapmıştır. Bazı rivâyetlerde, Mekke’nin fethi gününde Rasülüllah efendimizin bir abdestle birden çok namaz kıldığı yer almıştır. Bu rivâyetler Buhari tarafından sağlam görülmemiş, Camiu-s Sahih’te bu rivâyet yer almamıştır. Geçmişte de bu konuyla ilgili mezhepler arası bir çok çatışmalar olmuştur.

Akıllı, tedbirli ve uyanık Müslüman her namaz için bir abdest almalıdır. Aksi görüşler, zayıf delil ve zoraki yorumların ürünüdür. Müslüman tedbirli ve bilinçli olmalıdır.

Abdest emri sadece namaz içindir:

“Kurân’da abdest alma emri sadece namaz hakkındadır. Kurân okumak için abdest almak gerekmez. Çünkü Kurân’ın hiçbir yerinde böyle bir emir yoktur. Vakıa Suresi’nin ‘O, elbette değerli bir Kurân’dır, saklı bir kitaptadır. Ki ona temizlerden başkası dokunmaz’ mealindeki 77 ve 79’uncu ayetlerin yanlış yorumlanmasından ötürü Kurân okurken abdest alma anlayışı egemen kılınmıştır. Oysa bu ayetlerde kastedilen kitap, Kurân değil, Kurân’ın ana kaynağı olan ve Allah katında bulunan Ana Kitap’tır. Yahut Hz. Musa’ya verilen ve kitap ehli tarafından özenle saklanan ilahi kitaptır. El-Mutahherûn, tertemizler anlamına geldiği gibi sünnetliler anlamına da gelir. Eğer kitap ile kasıt Allah katındaki Levh-i Mahfuz denilen Ana Kitap ise ona dokunan tertemizler yüce, soyut ruhlardan ibaret olan meleklerdir. Zaten insanların o Ana Kitap’a dokunması mümkün değildir.

Soyut ruhlardan ibaret olan tertemiz varlıklar, yani melekler o saklı kitaptan bazı bilgiler alarak Hz. Muhammed’e getirmişlerdir. Kurân o saklı kitap değil, o saklı kitaptan alınmış bilgi sızıntılarıdır. Ama o saklı kitap, insanların konuştuğu dil kalıplarına dökülmemiştir. Soyut anlamlardan ibarettir. Eğer kasıt, Musa’ya verilmiş olan kitap ise tertemizlerden maksat sünnetli, tertemiz kitap ehli bilginleridir. Her iki durumda da ayetlerde abdestten söz edilmez. Ayetlerin, mushafı abdestli olarak tutmakla bir ilgisi yoktur. Zaten bu surenin indiği sırada henüz Kurân, kitap halinde derlenmemişti, vahyedilenler, çeşitli yazı malzemesine yazılmış sayfalar halindeydi ama Kurân’ın tamamı bir kitap halinde değildi. Özetlersek; Kurân okumak ve mushafı tutmak için abdest almak gerekli değildir. Elbette saygı için abdest alınsa daha iyi olur ama şart değildir.” (5)

Kur’an’a dokunmak ve onu okumak için abdest almak gerekmez:
Bazı kimseler tarafından namazdan başka, Kur’ân okumak, Kur’ân’a dokunmak, Ka’be’yi tavaf etmek ve tilavet secdesi yapmak için de abdest almak şart olarak ileri sürülmekteyse de bu görüş, sağlam bir delilden yoksundur. Dinimizde abdest, sadece namaz için farz kılınmıştır.

Kur’an cin ve şeytan sözüdür :

Müşrikler Kur’an’ın cin ve şeytanlar tarafından Peygamberimize getirildiğini söyleyerek, Kur’an’ın uydurma bir kitap olduğunu iddia ederler. Allah müşriklerin bu iddalarının temelsiz olduğunu değişik vesilelerle Kur’an’da kendilerine hatırlatmıştır:
“Şüphesiz o saygın bir elçi sözüdür. Ve o şair sözü değildir! Siz pek az inanıyorsunuz. Bir kâhin sözü de değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. O, Alemlerin Rabb’inden indirilmedir. Eğer bazı sözleri bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, Andolsun ondan sağ elini koparırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sizin hiç biriniz ona siper de olamazdınız.” (6)

“Kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür; güçlü, Arş’ın Sahibi’nin yanında çok itibarlı, itaat edilir, güvenilir. Arkadaşınızı cin çarpmış değildir. Andolsun o, O’nu açık ufukta gördü. O gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.” (7)

Bunlardan başka Kur’an’ın cin ve şeytanlar tarafından değil, Allah tarafından vahyedildiğini, indirildiğini açıklayan onlarca ayet mevcuttur. Vakıa suresi’nin 75 ilâ 80’inci ayetleri de bu ayetlertdendir. Şöyle ki:

“İş onların sandığı gibi değil! Yıldızların doğup batma, kayıp düşme noktalarına yemin ediyorum. Ve eğer bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir. O, kesinlikle şerefli bir Kur’an’dır. Titizlikle saklanan bir Kitap’tadır. Ona, arındırılmışlardan başkası dokunmaz. Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir. Şimdi siz, bu sözü mü kirletip küçümseyeceksiniz /bu sözle mi alttan alıp gevşek davranacaksınız/bu sözle mi yağcılık edeceksiniz?” (8)

Piyasadaki çoğu tefsirlerde Vakıa suresinin ayetleri özellikle de 79’uncu ayetinin, hem meali, hem de tefsiri hatalı yapılmıştır. Bu hatalı tefsirlerden yola çıkarak, Kur’an’a el süremeyecek olanların, O’nu okuyamayacak olanların abdestsizler, cünüpler, ve hayızlı kadınlar olduğu kararına varılmıştır. Fetvalar bu doğrultuda verilmiştir.

Hayızlı kadın sıkıntılı olan kadındır. Bu sıkıntılı anında Allah’a daha çok yaklaşacak ve O’ndan daha çok yardım dileyecekken, Allah O’nu huzurundan kovuyor, sen bu halindeyken Bana ibadet edemezsin diyor, olacak şey mi bu?

Konu ile ilgili ayete bakıyoruz ve görüyoruz ki; Allah, özel hallerinde erkeklerin, sabırsız davranarak kadınlara eziyet verebilecekleri ihtimaline karşı, kadınları koruma altına almış. Buyruk aynen şöyle:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. (9)

Bu ayette bir tesbit yapılıyor. Deniliyor ki: “Kadınlar bu hallerinde sıkıntılı olurlar, sakın onlara yaklaşmayın.” Burada yasaklanan cinsel ilişkidir, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe’yi tavaf etmek değil. Yasağın muhatabı da erkektir, kadın değil.

Allah, kadının bu özel halinde sıkıntı içinde olduğunu özellikle vurgulayarak erkeklere kadınlardan uzak durmalarını öğütlerken, mezhepler kadınların bu durumlarında Allah’tan uzaklaşmaları gerektiği konusunda israr etmektedirler.

Öte yandan, ayette geçen kadının temizlenme konusunun gusül abdesti almak demek olmadığını, bu halinin sona ermesi demek olduğunu, Hanefi Mezhebi üzerine basa basa söylerken, maalesef hanefi mezhebine bağlı olduklarını söyleyen bazı din adamları, mezheplerine muhalefet ederek temizlenmenin gusül abdesti almak demek olduğunu söylemektedirler.

Müslümanlar, maalsef Kur’an’ı kutsayacağım diye uğraşırken, bu fetvaların kurbanı olmuşlar ve Kur’an‘ dan uzaklaşmışlardır. Dindarlık adına uzaklaşmışlardır, daha iyi müslüman olmak adına uzaklaşmışlardır.

Müslümanların bir cep kitabı, başucu kitabı olarak değerlendirmeleri gereken, her türlü koşullar altında yararlanmaları gereken Kur’an, maalesef mezarlıkta okunan ölü kitabı, bir mistik ayin malzemesi durumuna getirilmiştir. O kadar ki, özel zamanlarda, belli koşullarda belirli kişilerce okunan bir kitap haline getirilmiştir. Müslümanların yüzde doksandokuzu kitaplarının içinde ne yazdığını bilmez hale gelmiştir. Yapılan bu yanlış uygulamanın bedeli ise bu gün çok ağır bir şekilde ödenmektedir.

Kur’an’ı okumak ve anlamak fevkalade önemlidir. Kur’an insanlar tarafından anlaşılsın diye indirilmiştir. Kur’an’ın müslümanların gündeminden kalkmasının ana sebebi O’nun abdest ile okunması gerektiği şartıdır. Gûya, bu şartı da Kur’an’ı indiren Allah koymuştur. Açıklamalar böyledir. Hatta Vakıa suresinin 79’uncu ayeti bu konuda delil olarak gösterilir.

Oysa, yukarıda da açıkladığımız gibi bu ayetler müşriklere cevap olarak indirilmiştir. Kur’an’a dokunamayacak olanlar, cinler ve şeytanlardır. Dokunanlar ise meleklerdir.

Mânâ, “Dokunmaz el sürmez” şeklinde olmalıdır

Allah bu ayette, “dokunmaz, el sürmez” şeklinde bir ifade kullanıyor. Bazı mealler ise “dokunamaz, el süremez” şeklinde ayete mânâ veriyorlar. Böyle bir anlam yanlıştır.

Yanlış mânâlandırılan iki sözcüğün gerçek anlamı şöyle olmalıdır: Birincisi; ‘Lê yemessühü’ ikincisi de “Mudahherûn” sözcüğüdür.

Birinci sözcük: Mess; lêyemessühü:

“Mess” sözcüğünün lügat anlamı, “değmek, dokunmak ve yapışmak” demektir. Kur’an’da “Mess” ve türevlerinin kullanımına bakacak olursak el ile dokunma olarak değil soyut olarak yapışmak, ilişki kurmak, kuşatmak anlamlarında kullanıldığını görürüz.

İkinci sözcük: Mudahherûn.

Ayetteki “mutahherûn” sözcüğü “temiz olmak” demektir. Konumuz olan “mutahherûn” sözcüğünün anlamı ise “iyice arınmış olanlar, tertemiz temizlenmiş olanlar” demektir.

Görüldüğü gibi bu ayetledeki “tertemiz temizlemek”, “tertemiz temizlenmiş” ifadelerinin hiç birisi maddi kirlerden temizleme anlamında değil, manevi kirlerden temizleme ve temizlenmedir.

Kur’an’ın abdestli olarak okunması gerektiğini söylemek, abesle iştigaldir:

Abdestsiz Kur’an’a dokunulamayacağına dair kabullerin temeli Kur’an’a ve sünnete dayanmaz. Bu kabullerin dîni herhangi bir temeli yoktur. Allah, insanlardan, özellikle Kitabının anlaşılmasını isterken, bu kitabı okuyacak olan insana caydırıcı olabilecek bir ön şart getirir mi?

Meselâ: ‘Ebû Cehil’e Peygamberimiz Allah’ın Kitabın’ı götürse ve okumasını istese’, ‘Ebû Cehil’de getir bakalım bu Kitap’da neler yazıyormuş diyerek okumak istese’; ‘Peygamberimiz ona tamam ama önce abdest alman gerekir mi diyecektir? Allah aşkına böyle bir mantık olur mu?

Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmak isteyen zihniyetin sahipleri, Kur’an abdestsiz okunamaz diye bir ön şart ileriye sürmüşlerdir. Bir şekilde ilmihal kitaplarına giren bu ön şart, zamanla Kur’an okumanın olmazsa olmazı olmuştur. Sonuç olarak Kur’an rafa kalkmış ve bu zihniyetin sahiplari amaçlarına ulaşmışlardır. Dolayısıyla da müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmışlardır.

Dikkatinizi bir de işin tarihi yönüne çekmek isteriz:

Abdest ayeti Medenîdir, yani Medine’de inmiştir. Vakıa suresi ise Mekkîdir, yani Mekke’de inmiştir. Allah, abdest almasını bilmeyen bu insanlara Kur’an’ı abdestsiz okuyamazsınız diye bir emir verir mi? Böyle bir emir mantıksız bir emir olmaz mı? Allah’ı böyle mantıksız emirlerden biz tenzih ederiz.

Ayrıca Kur’an daha toplanmamıştır, mushaf haline de, kitap haline de getirilmemiştir. Ayetler, peygamberimizin vefatından sonra Mushaf haline getirilmiştir. Dokunulmaması gereken kitap işte bu kitaptır.

Sonuç:

Kur’an okumak isteyen herkes istediği zaman, abdestli veya abdestsiz olduğunu düşünmeden, açıp Kur’an’nını okuyabilir. Baş ucu kitabı olarak, cep kitabı olarak devamlı yanında taşıyabilir. Allah’ın istediği de budur. O’nun vahyine muhatap olmak… O’nunla konuşmak, dertleşmek, sohbet etmek… Ne kadar güzel bir ibadettir.

Müslüman uyanık olmalıdır, duyarlı olmalıdır, aklını çalıştırmalıdır, kafasını başkasına kiraya vermemelidir… Allah kendisinden başkasının kutsanmasını istemez.

Abdest konusunu işlemişken, Teyemmüm’ü de kısaca açıklayalım:

Yukarıda sunduğumuz abdest âyetinde “felem tecidû mêen feteyemmemû saîden tayyiben: Su bulamamışsanız, temiz toprağa teyemmüm ediniz.” cümlesinin ifadesine göre su bulunamadığı takdirde teyemmüm gerekir. Teyemmüm, temiz toprağa elleri vurup önce yüze sürmek, sonra tekrar vurup her avucun içiyle karşı kolu meshetmektir.

Yanında yalnız içmesine yetecek kadar suyu bulunan kimse, onu kullandığı takdirde kendisinin veya hayvanının susuz kalacağından korkarsa o suyu kullanmaz, teyemmüm eder. Suyun fâhiş fiyatla satıldığı yerde de teyemmüm edilir. Hastalık, düşman korkusu, soğuk gibi herhangi bir sebeple suyu kullanmanın, suya ulaşmanın tehlikeli olduğu veya su, gerçekten bulunmadığı takdirde teyemmüm edilir.

Abdest âyetinde Yüce Rabbimiz “Allah size güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek istiyor.” buyurarak abdest ve teyemmümdeki esas amacı açıklıyor. Abdest âyetindeki baş ve ayakları mesh etmek ve su bulunmadığı takdirde Teyemmüm etmek emirlerinden de anlıyoruz ki abdestteki amaç doğal kirleri gidermek değildir. Zira başı ve ayakları meshetmekle ve de teyemmüm ile maddi kirler temizlenmez.

O nedenle abdest âyetindeki esas mesaj, bu sembolik hareketlerle zihni toparlamak, huşûu sağlamaktır. Böylece yüce huzura maddi ve manevi kirlerden arınmış bir halde varmaktır.

Abdest ve teyemmüm, namaz ibadeti için önemli bir ön hazırlıktır. Kişi en yüce makam olan Allah’ın huzuruna çıkacaktır. O’na kulluğunu, duasını, yakarışını ve aczini sunacaktır. Namaz kılmak, bu yüce huzura çıkıştır, namaz kılınan yer ise bu yüce makamın, dünyadaki sembolik yeridir. Aciz kul ile Aziz olan Allah’ın sembolik buluşması olan bu kulluk görevi hazırlıksız, rastgele olamaz.

Abdest alırken yıkanan ve meshedilen organlar, manevi necasetten temizlenmiş sayılır. Abdest organları yıkanırken o organların işlemiş olduğu günah kirleri yıkanır ve bu organlar bir daha günah kiri ile kirletilmemeye azmedilir. Abdestin ve teyemmümün, fıkıh ıstılahında, maddi kirliliği değil de manevi kirliliği ifade eden Hades’ten temizleme sayılması onun bu özelliğini gösterir.

Fiziksel ve zihinsel olarak arındıysak, buyurun Divân’a!… Buyurun Kıyam’a!… Buyurun namaza!…..

Rüştü Kam

(1) Maide suresi âyet 6

(2) Nisa 103 (Diyanet Vakfı Meali)

(3) Nisa 103 (Diyanet Vakfı Meali)

(4) Maide suresi âyet 6

(5) Süleyman Ateş

(6) Hakka suresi âyet 40-47

(7) Tekvir suresi ayet 19-25

(8) Vakıa suresi 75-81

(9) Bakara suresi 222

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.