ABD PAPAZLARININ (!) GERÇEK YÜZÜ

ABONE OL
11:46 - 23/10/2020 11:46
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ABD PAPAZLARININ (!) GERÇEK YÜZÜ

Yıl 1989 A.Ü. TÖMER Frankfurt Şubesi Müdürü olarak Almanya’ya geldim. Hazırlıklar, öğrenci bulma, yer düzenlemesi falan filan derken sıkıntılı günler sonunda derslere başladık. Gerek üniversite öğrencilerinden gerekse özel meslek gruplarından yetişkinler düzeyinde epeyce öğrencimiz oldu. 

Neden mi Türkçe öğrenmek istiyorlardı? Kimisi sevgilisi ya da eşi hatırına, kimisi iş icabı, kimisi Türkiye’ye ve Türklere karşı özel sevgisinden dolayı, kimisi o yaz Türkiye’ye tatile gideceği için… Kısacası herkesin kendine göre bir nedeni vardı. Farklı gruplar halinde dersler devam ediyordu.

4 kişilik özel bir grup vardı ki onların çok özel kişiler olduğu her hallerinden belli oluyordu. Her gün 50 km. uzaktan geliyorlardı. Ders ücretlerini aksatmadan anında yatırışları, karşılığında aldıkları belgeyi olağanın üstünde önemsemeleri ve birinin sözcülük yapması, grup adına kararlar alınması çok dikkat çekiciydi. İşin içinde bir iş olduğunu anlamamak için biraz saf olmak gerekirdi. Bu kişiler Amerikalıydı. 

Birlikte ders yaptığımız süre (yaklaşık 5-6 ay) içerisinde haliyle epeyce samimiyetimiz artmıştı. Son derece saygılı, nazik, kibar ve inanılmaz derecede duygusal kişilerdi. Stiw, Mayk ve Kim adlı bu kişilerden (4. kişinin adını hatırlayamıyorum) Mayk ve Kim evliydi ve yanılmıyorsam 5 çocukları vardı.

Dersler ilerledikçe bu kişilerin kilise tarafından görevlendirildikleri ortaya çıktı. Artık bize olan güvenlerinden dolayı bunu gizlemiyorlardı. Ders bedellerini de kilise ödüyormuş ki bu nedenle makbuzları istisnasız ibraz etmeleri gerekiyormuş. Amerika’dan Almanya’ya gelmişler ve buradaki tek işleri sadece Türkçe öğrenmekmiş. Öğrendiler de…

İleri düzeye geldiklerinde Türk kültürü, özellikle de dinî konular üzerine konuşuyor, tartışıyor, fikir alış-verişlerinde bulunuyorduk. Bu ders içi muhabbetler sırasında bir gün Mayk bana gerçekten Türk olup olmadığı sordu. Çok şaşırmıştım. “Neden böyle bir şey sorma gereği duydun?” dediğimde “Bugüne kadar ben Türkleri başka türlü tanıyordum. Oysa sen çok farklısın.” dedi. Çok şaşırmıştım. “Farkım ne ki?” diye sorduğumda “En basidiyle senin İslamiyet’e bakışın ve insanlara yaklaşımın çok farklı. Hiç ayrım yapmıyorsun. Müslümansın ama bizim kiliseden geldiğimizi, orada görevli, olduğumuzu bildiğin halde bizimle olan ilişkilerinde, derslerde, yaklaşımında en ufak değişiklik olmadı. Her zaman son derece samimi ve olumlusun bize yardımcı oluyorsun.” cevabını aldım. Dilimin döndüğünce ve bilgilerimin yeterliliği çerçevesinde dinimizin gereği olarak her Türk’ün aynı şekilde davranacağını vurgulamaya çalıştım. 

İslamiyet hakkındaki edinmiş oldukları bağnazcasına sapık ve uyduruk bilgilerden edindikleri içi boş fikirlerini her fırsatta mantık çerçevesi içerisinde dinî veriler çerçevesinde açıklamaya çalıştığımda ise inanılmaz bir şaşkınlıkla “İslamiyet gerçekten böyle mi?” dediklerini dün gibi hatırlıyorum. Hatta dersin birinde yanımda getirdiğim Kur’an ve İncil kitaplarını masaya yan yana koyduğumda hayretler içinde kalmışlardı. “Sen İncil okuyor musun, okudun mu?” diye sordular. Gülerek “Evet, niye şaşırdınız ki? O da kutsal kitap değil mi? Biz İsa’ya da, her ne kadar içeriği bozulmuş bile olsa İncil’e de inanır ve saygı duyarız.” dedim.  Hatta Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’dan söz ettim. Yapılanların ne derece doğru olup olmadığını sordum ve görüşlerini aldım. Kendilerince elbette söyleyecekleri vardı. Fakat “Barnaba İncili”nden söz ettiğimde, “Nerde, neden gizlenir, neden gün yüzüne çıkarılmaz, kimler saklıyor, kimlerin işine gelmiyor?” diye sorduğumda artık söyleyecek söz bulamamışlardı.  

Hatta bir defasında ders icabı ibadet söz konusu olduğunda konu kilise ve cami üzerine kilitlenmişti. O esnada Frankfurt’taki Dom Kilisesi’nin adı geçti. Çok ilginç ama soğuk, kasvetli olduğunu söyledim. Yine şaşkınlık içinde kiliseye neden gittiğimi sordular. “Tanrının evidir. Bundan daha doğal ne olabilir. Görmek istedim, bize herkesin inancına saygı duymak düşer.” diye cevapladım. “Hatta gerekirse orada namaz bile kılabilirim.” dediğimde ise gülerek “O kadar da değil Tahsin.” dediler. Onlara bunu gerçek olmasında hiçbir sakınca olmadığını, bizim dinimizin buna izin verdiğini söyledim. “Ama, siz camide ibadet eder misiniz, diye sorsam kesinlikle hayır dersiniz değil mi?”  dediğimde kıvranarak “Evet.” Cevabını aldım. Stiw “Bunu nerden biliyorsun?” diye sordu. “Çok basit, eğer orayı, yani camiyi ibadethane olarak kabul ederseniz, doğrudan İslamiyet’i kabul etmiş olursunuz, bu da sizin işinize gelmez değil mi?” diye cevapladığımda buruk bir tebessüm eşliğinde suskunluk aldı yürüdü. Dersin bitiminde Mayk yanıma geldi, tebessüm dolu yüzüyle –ki hep öylesine sevecen bir tavrı vardı- “Eğer herkes senin gibi ise bizim işimiz çok zor olacak.” dedi.

İşte bu son cümle her şeyi anlatmaya yetiyordu. Yorumunu siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. 

Kurslar bitmiş, veda günü gelip çatmıştı. Dostça, sevgi yüküyle ayrıldık. Artık yeni görevlerine hazır bir vaziyette yola çıkacakları gün gelmişti. Hedef Türkiye, öncelikle Ankara idi. Bize söylenen sadece bu kadardı. Ne kadar samimi olursak olalım daha fazlasını söylemeye eminim ki yetkileri yoktu. Bunu bildiğim için sorma gereği bile duymadım.  

Tanıdığım, bildiğim kadarıyla melek yüzlü ve görünümlü bu kilise görevlisi(!) “papaz”lar ve eşleri kimin, neyin hatırına bunca uğraşa girmişti? Amaçları neydi? Değerlendirme yapmayacağım. Sizin yorumlarınıza sunuyorum.

Belki bunları okuduktan sonra bizi eleştirenler de çıkabilir ve “Madem ki bunların niyeti belliydi, anlamıştınız, neden Türkçe öğretmeye devam ettiniz?” diye sorabilir, suçlayabilirler.  Cevabım çok basit olacak. “Biz işimizi yaptık.” Haliyle kimin ne amaçla öğrendiği de bizi ilgilendirmiyordu. İşimiz Türkçe öğretmek, ama doğru ve güzel öğretmekti. Kaldı ki zaten onlar bu yola çıkmışlardı. Biz öğretmesek bile başka bir yol bulacakları kesindi. Onları dışlamamakla en azından kendimizce onları birazcık da olsa tarafımıza olumlu yaklaşmaları açısından kazandığımızı sanıyorum. Umarım yanılmıyorumdur. Bu doğrultuda yukarıda anlattıklarım devede kulaktır. 

İşin özü: Kilise adına Amerika’dan kalk Frankfurt’a gel. Orada Türkçe öğrenmek için en yetkin merkezi araştır ve amacına ulaş. Sonra tatil için(!) Türkiye’ye git. Güneş, deniz, ucuzluk… Ne güzel bir hayat. Adamlar ülkemizi ne kadar seviyorlar. Siz de kalkıp bu adamların “casus” diye yakasına yapışın. Çok ayıp oluyor beyler, çok. Amerika başkanı sarışın TURMP’un da dediği gibi “Çok iyi niyetli, güzel bir insana bu yapılır mı?”

Ey güzel ülkem, ey güzel insanlarım… Bilin ki Türk’ün Türk’ten başka dostu, güvenebileceği kimse yoktur. Bu nedenle birlikteliğimize sahip çıkalım. Dış güçlerin hain ve sinsi planlarına kanmayalım. 

Saygılarımla

Tahsin MELAN

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.