AB’ nin 2004 Macerası…

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Öncelikle sunu kesin olarak kafalarımıza yerleştirelim ve her türlü önyargıdan uzak tutalım ki; Türkiye`nin AB’ ye tam üyeliğine karşı tavır alacak en son kesim, benim de aralarıinda bulunduğum, bugün Avrupa’ da yaşayan Türklerdir…

Ancak…!
Gerek Türkiye’ de ve gerekse Avrupa`daki Türklerin itirazları, tamamen, Avrupa’ lıların haksız, çifte standartlı ve zaman, zamanda Türkiye ve Türk insanını küçük düşüren, aşağılayacı tavırları, uygulamalarıdır… Bunu; birçok küçük, ama başlıca iki ana nedene bağlayabilmek mümkündür… Birincisi ve en önemlisi, AB içersindeki güç dengesidir… Avrupa Birliği, Roma anlaşmasına imza koyarak, “Avrupa Demir-Çelik-Kömür Birliği”  olarak kurulduğu günden bu yana, kurucu 6 üye ülke (üç Benelüx ülkesi, Almanya, Fransa ve İtalya) arasında, o gün için ekonomik olarak en güçlü olan Almanya ve Fransa’ nın önderliğinde gelişmektedir ve bu iki ülke, başından beri, bu topluluğun önderi konumundadır… Ancak; 1957′ den bugüne, AET yani Avrupa Ekonomik Topluluğu, daha sonra AT yani Avrupa Topluluğu ve en son olarak da AB yani Avrupa Birliği olarak bu ikili, zaman, zaman zorlansalar da (Fransa’ nın iki kez vetosuna rağmen İngiltere’ nin katılımı ve İtalyan ekonomisinin Fransa’ yı yakalaması) önderliklerini sürdürmelerine karşın, özellikle 1997`de alınan kararların ve 2004`de gerçekleşen yeni katılımların, bu iki önder ülkenin konumlarını tehlikeye sokacak gelişmelere neden olması, Franko-Germen aksını daha da sıkı bir birlikteliğe itmiş durumda… Hatırlayalım… 2003 Körfez Savaşı başlamadan önce, bu iki ülkenin önderliğinde, birçok AB ülkesi ABD`nin Irak`a savaş açmasına karşı çıkmışlardı… Ancak; İngiltere ve latin ülkeleri (Portekiz, İspanya ve İtalya) ve Baltık ülkeleri ile Polonya onlara katılmayınca, Franko-Germen aksı fena halde sıkıntıya düştü ve özellikle Polonya gibi yeni, aynı zamanda nüfus zengini ülkelere fazla diş geçiremiyeceklerini, 1997`de Türkiye`ye söz verdikleri halde son anda yön değiştirip, Almanya`nın Polonya israrına karşı Fransa`nın da Güney Kıbrıs`ı dayatması ve Baltık ülkelerinin Rusya`ya kaptırılma tehlikesi ile attıklerı adımın ne kadar yanlış olduğunu anladılar ama artık girilen tek istikametli yoldan dönemezlerdi ve dönemeyip 1 Mayıs 2004`de bu ülkeleri tam üye yapmak zorunda kaldılar…
Bir de bu ülkelerin üzerine 75 milyon nüfusa yürüyen Türkiye`nin tam üyeliğinin, AB parlementosu içindeki tüm dengeleri Franko-Germen aksına karşı değiştirebileceğini daha da açıkca gördüler… Hele 2004 sonunda, SPD`den Schröder ve Birlik90/Yeşiller`den Joschka Fischer`in bastırmasına, 2003`de ABD`nin Irak seferine karşı çıkmayan ülkeler katılıpda, Türkiye`nin görüşmelere başlaması kararı çıkınca, tüm AB ülkelerindeki muhafazakar partiler Türkiye`nin tam üyeliğine karşı çıkmayı proğramlarına aldılar…
İkinci neden ise; başta Franko-German aksı olmak üzere, bazı AB ülkelerinde, Türkiye`nin tam üyeliğine karşı tavır almak, iç kamuoyları bakımından oy getirici bir faktör haline getirildi ve bunu kullanan partiler de oylarını, geçici bir süre için bile olsa, artırmayı başardılar…
Ancak; ne kadar büyük bir hata yaptıklarını, son AB parlamento seçimlerinden sonra anlayacaklardır… Çünkü; Türkiye karşıtlığı otomatikman daha radikal partileri tetikleyecek ve muhafazakarlar, bu partilerin tabanlarına mesaj verebileceklerini sanarken, aslında onların ekmeğine yağ süreceklerdir…
Bakalım Franko-German aksı bu yanlışlarından nasıl dönecekler…
Gelelim, AB`nin 2004 macerasının açılımlarına… Önce şu soruyu soralım… Türkiye ne zaman AB`ye tam üye olabilir..? Bu konuya en sıcak baktıiklarını söyleyen AB politikacıları ” Tüm Kriterleri yerine getirdiği zaman ” olarak cevaplamaktadırlar bu soruyu… Nedir o kriterler…? Başta demokrasi, insan hakları ve azınlıklar konularını kapsayan ” Kopenhag ” kriterleri… Ardından ekonomik tebdirleri içeren ” Maastrich” kriterleri falan, filan… En baştakinden başlayalım… 1 Mayıs 2004’den beri Ab üyesi olan şu üç ülkeyi mercek altına alalım…Estonya, Letonya ve Litvanya… En çarpık olanı ise Letonya…Nüfus yaklaşık 3.5 milyon… Bir milyonun üzerinde insan bu ülkede yasal olarak yaşıyor ama ” Vatandaş ” değil… Ruslar var, bir kısmı imtahanları vererek ve belli taahhüt belgelerini imzalayarak Letonya vatandaşı olmuşlar ama çok az… Geriye kalan Rus asıllılar ya yarım vatandaş veya ” Allianz ” denen gruba dahil ve bu insanlar toplam nüfusun 1/3’ünü oluşturuyor… Yani; bir Letonya vatandaşı Riga’dan kalkıp elini kolunu sallayarak Berlin’e, Paris’e, Londra’ya gidiyot ama kapı komşusu, sokakta beraber oynadığı, beraber okula gittiği arkadaşı vize almadan gelemiyor… Estonya’da da, biraz daha az olmak kaydıyla durum aynı… Litvanya bu sorunu çözüm yoluna girmiş ve sürece yaymış… Şimdi..! Her fırsatta Güney Doğu Anadolu’ya gidip, her biri eşit ve birinci sınıf Türk vatandaşı olan kişiler arasında bir ” azınlık ” sorunu yaratmaya çalışan ve bütün bu gerçeklere rağmen Türkiye’yi, sözüm ona, Kopenhag kriterlerine uymamakla suçlayan AB diplomatlarına ne demeli..? Kaldı ki; Türkiye daha tam üye değil… Al sana üç tam üye ülkenin durumu… Buna ne diyorsunuz..? El Cevap…” Efendim; onların nüfusu üç, beş milyon..!” Orada durunuz değerli AB Politikacıları… Siz; demokrasi, insan hakları, azınlıklar gibi konuları nüfusa mı endeksliyorsunuz..? Buna açık ve samimi bir cevap aramak Türk insanının hakkı değil mi..? Ortada böylesi yaşayan örnekler varken, hangi aklı selim sahibi kişi AB yöneticilerinin samimiyetine inanabilir…
Kalın sağlıcakla efendim..
 
M.Deniz Olcayto

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.