27 MAYIS- ÇOCUKLUK AŞKIMIZ

ABONE OL
11:26 - 23/10/2020 11:26
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kurtuluş Savaşımız, Cumhuriyetin kuruluşu, 2. Dünya Savaşı, biz yaştaki kuşak için nasıl tarihse, 40-50 yaşlarındakiler için 1960, 12 Mart, 12 Eylül’de birer tarihtir.

Tarih o dönemi yaşayan tarafsız tarihçilerden öğrenilir.

1950-60 döneminde çocuktum, bu günler o dönemin kopyası kadar benzeşiyor.

O dönemde de Emperyalizm, Laik Cumhuriyete, cumhuriyet devrimlerine karşı bir yönetimi destekleyecek, dini siyaset aracı olarak kullanacak hükümetleri besliyordu

O dönemde de her mahallede Kur’an kursları açılmıştı.

‘’Deccal’’ sözünü Kur’an hocası sıkça söylerdi.  (Atatürk için söylediğini sonradan öğrenmiştik)

Yerde diz çökerek, başımız önümüze eğik, hocanın Kevser Irmağı, Huriler vaadi yerine, cehennem ateşinde yakılma, katran kazanında kaynama cezası tehditleri rüyalarımıza girerdi.

Hocanın, ‘’Dünya’nın ayaklarının altında bir kalıp sabun olan sarı öküzün boynuzları özerinde durduğu’’ için yağmur yağdığı zaman ‘’sabun eriyecek, sarı öküz devrilecek’’ diye ağlaşırdık.

Yıllar geçti, bu korkuların gerçek olmadığını bilmeme rağmen, her yağmur yağdığında içim sıkılır!

İşlediğimiz günah cezasından çok her zaman sert ve öfkeli Hoca’dan daha çok korkardık.

Bir keresinde Elham’ı; okurken ‘’Elhamdülillah’’ diyeceğime ‘’Elhamdürüllah’’ diye okuyunca çubuk dayağından sırtımda boydan boya iki kabarıkla günlerce uyku uyuyamadım.

Gece sırtüstü yatınca acıdan inlemelerimi duyan, gören annem sırtıma açınca olan oldu.

Babam, çok öfkelenmişti. Bir daha o hocaya beni göndermedi, bir Namaz Hocası kitapçığı aldı ve namaz kılmayı, duaları kendi öğretti. ‘’İslam’da ruhban sınıfı yoktur’’ gerçeğini babam öğretmişti.

Yıllar sonra, Çiller’in meydanlarda ‘’Elhamdürüllah Müslümanız!’’ Diye, başlayan konuşmalarını   benim çocukken yaptığım tek hatadan dayak yerken, Çiller’in yanlışıyla oy almasına şaşırmıştım.

Babamın bana adak olarak getirdiği kuzunun kurban edilmesine razı olmayınca o kuzu neredeyse arkadaşım olmuştu. Onu elimle besler, dere kenarında onunla oynardım.

Bir gün atlı korucu ‘’yassak’’ diyerek – direnmeme, ağlamamam rağmen onu alıp götürdü.

Ağlayarak koşarak eve geldim. Babam, cezayı ödemem için para verdi.

Meralarda yakalanan hayvanların tutulduğu ağıla gittim.

Orada görevli kişi, hayvan sahiplerinin kimine ceza ödemeden hayvanını geri veriyordu.

Komşumuzun biri bana babamın değil, annemin babası dedemin adını söylersem ceza ödemeden kuzumu alacağımı öğütledi.

Sıra bana geldiğinde içsel bir dürtüyle babamı söyledim ve ilk muhalefet ailenin çocuğu olmanın bedelini ödedim.

O dönemlerde artık Camiler bile, Atatürkçüler-Demirkıratlar olarak ayrılmıştı.

Uşak’ta başı yarılan, Topkapı’da Kurtuluş savaşının kumandanı, Atatürk’ün en yakın arkadaşı suikastlarla katledilmek, linç edilmek istenen İsmet İnönü’nün gezileri engelleniyordu.

Kayseri’ye geleceği, nedeniyle otobüslerle Kayseri’ye İsmet Paşa’yı karşılamaya gidilecekti.

Bünyan’ın Köprübaşı askerlerle kesilmişti, otobüslerin geçişine izin verilmiyordu.

Yolcular, otobüslerden inerek köprünün altından paçalarını sıvayarak geçmeye çalışıyorlardı.

Askerler sonunda yolu açarak bir yerde DP’nin yasadışı engellemesine biat etmediler.

Yeşilhisar’da Tren rayları sökülerek İsmet İnönü’nün Kayseri’ye gelişini engellemek isteniyordu.

Yeşilhisar’a ulaştığımızda babamın omuzlarından kalabalığın önüne geçmiştim.

İsmet Paşa, omuzunda pelerin; ‘’bu rayları biz döşedik, Menderes döşemedi.’’ Diyor geri dönmeyi reddediyordu.

Saatler sonra yine bir subayın emriyle raylar yerleştirildi ve İnönü Kayseri’ye hareket etti.

Kayseri’de meydan tıklım tıklım dolduğu gibi, yan sokaklar bile insen seli ile dolmuş yığınlar:

’Olur mu böyle olur mu-Kardeş kardeşi vurur mu-Kahrolası diktatörler-Bu dünya size kalır mı’’

Marşını söylüyordu. İnönü kürsüye çıktı, yöneticilerin ricalarına rağmen sloganlar durmuyordu.

İnönü mikrofonu aldı: ‘’Kayserililer susun!’’ Deyince meydan sessizliğe büründü.

İnönü; ‘’ Hiç taşkınlık yapmadan evinize gideceksiniz! Bu günler geçecektir!’’ Dedi ve kürsüden indi.

1960 Mayıs ayının ortalarındaydı. Ortaokul öğrencisiydim.

Mahallemizde, akran yaştaki arkadaşlarla oynadığımız futbol maçında, ilçemizin DP Ocak Başkanının oğlu ile maç sırasında maçla ilgili bir anlaşmazlıktan dolayı aramızda çıkan tartışma kavgaya dönüşünce maçımız yarıda kaldı.

Pazartesi okula döndüğümüzde, hizmetli beni dersten çıkararak, müdürün odasına götürdü.

Ben o maçta Menderese küfrettiğim için disipline verilmiştim. Tamamen yalandı.

Ben o yaşlarda bile küfüre karşıydım. (Bugün bile çok yakınlarım ve arkadaşlarım ağzımdan küfür duymamışlardır) Tarih öğretmenimiz Nuri Orbay; Bu çocuğu mahalleden tanırım, asla küfretmez’’ dediyse de bana ‘’on beş gün okuldan uzaklaştırma cezası’’ verdiler.

Üstelik tüm öğrencilere: ‘’Başbakan’a küfreden terbiyesiz!’’ biri olarak teşhir edilmiştim.

Artık benim için okul yaşamı bitmişti. Bir daha okula gitmeyecektim.

Cezanın üzerinden bir hafta geçmişti ki; okul hizmetlisi bizim eve gelmiş okul müdürünün beni okula çağırdığını söylemişti.  Bir akrabam; ‘’İhtilal oldu, Menderes gitti’’ Demişti.

Ben ihtilalin ne olduğunu bilmediğim için okula gitmedim.

Tarih öğretmenim geldi o götürdü.

Beni okul öğrencilerine başbakana küfreden bir hain olarak tanıtan okul müdürü bu kez;

‘’Geleceği gören dahi’’ olarak tanıtınca Tarih öğretmenim müdüre benim yazamayacağım bir tepki göstermişti.

27 Mayıs benim eğitim yolumu yeniden açan unutamayacağım bir tarih oldu.

Bu günlere gelmemin kapısı, 27 Mayıs 1960’ta açılmıştı.

27 Mayıs, benim çocukluk aşkımdı!

YILDIZ AKALIN

 

 

NOT:

Bu makalemin başlığını Uğur Mumcu’nun 8 Ocak 1990 tarihinde ha-ber.com köşe yazarlarından Bedri Baykam’ la yaptığı röportajındaki ‘’27 Mayıs İlk Aşkımızdı’’ vurgulamasından almıştım.

Yine ha-ber.com yazarlarından; Suay Karaman’ın babası 27 Mayıs Devrimi öncülerinden Suphi Karaman’ın anıları yanında onlarca kitaptan ve Devrimle-Darbeyi ayıracak bilince ulaştığıma inandığım için çocukluğumda birebir yaşadıklarımın bir bölümüyle anılarımı tazeledim.

 

27 Mayıs Devriminin getirdiği 1961 Anayasası çağdaş bir ülkenin hakkettiği ilerici bir Anayasaydı.

DP, 1960’ta kendi içinde bile çok istediği erken seçime gitseydi 27 Mayıs ihtilali olmayacaktı.

Fatin Rüştü Zorlu: ‘’Şehirliler ne kadar CHP’ye oy verirse versin, çarıklılarla sarıklılar bizden oldukça iktidarı alamazlar’’ Demesi bugünü nasıl da çağrıştırıyor mu?

27 Mayıs Devrimini lekeleyen tek yanlış İdamlardı.

İhtilalciler içindeki yönetimi bırakmak istemeyen Alparslan Türkeş, Talat Aydemir, Fethi Gürcan gibi daha birkaç subaydan oluşan Silahlı Kuvvetler grubunun oldu-bittiye getirerek üç sanığı gece idam etmeleri bu ülkeye ve devrime yapılan en büyük ihanetti.

 

Devrimler referandumla başarılmaz. Halkın yararına, demokrasiyi, eşitliği, hukukun üstünlüğünü getirmek için (kimilerine göre) zora başvurmak Devrimdir. (Laiklik, Cumhuriyet, kadın erkek eşitliği vs.

Özgürlüğü, temel hakları, hukuku bir kuvvet hiyerarşi içinde zorla ortadan kaldırmak ise darbedir.

12 Mart, 12 Eylül, 20 Temmuz gibi…

 

Portekiz’de1974’ te Genç Subaylar öncülüğünde gerçekleştirilen ve Salazar’ı deviren Karanfil Devrim hareketine nasıl darbe denmiyorsa, 27 Mayıs’taki ihtilal de darbe değil, devrimdir.

 

Seçimle gelen iktidarlar, seçimle gitmeyi göze alırlarsa hem o ülke hem de o iktidar karlı çıkar!

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.