135 YIL SONRA TEKRAR AYNI SALONDA

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Büyükelçilik ve Başkonsolosluk ayrı ayrı resepsiyon verdi. Biz de Cumhuriyet Bayramı’nı iki kez kutlamış olduk. Böyle iki ayrı kutlamaya gerek var mıydı? Tartışılır. Türkiye halkı oradaydı. Gurbette de olsa Cumhuriyet’e sahip çıktı. Ötekileştirme dönemi bitmiş, kucaklaşma dönemi başlamış. Farklılıklar çeşitlilik olarak anlaşılmaya başlanmış, çok önemli bir dönüşüm bu. Başı açık olan da İstiklâl Marşı okudu, kapalı olan da. Sakallı olan Türkiye’li Müslüman da saygı duruşunda bulundu, laiklik olduğunu söyleyen Türkiye’li de. Cumhuriyet’in 90. Yılı resepsiyonunda oldu bütün bunlar. 600 sene süren kader birliğinden sonra ayrışan insanımızın tekrar kucaklaşabilmeleri için 90 sene gibi uzun bir zamanın geçmesi gerekiyormuş demek ki. Türk milleti bu birliktelikten oldukça memnun.

Kadim dostum Ahmet İyidirli ile demokrasi anlayışımız üzerindeki farklılıklarımızı ayaküstü sohbetinde hemen masaya yatırıverdik Kançılaryada. İnsan hakları konusunda hâlâ sıkıntıların var olduğunu gördük. Bu sıkıntıların zamanla aşılacağına olan inancımı kaybetmek istemiyorum. Ben inanıyorum ki, sağduyu galip gelecektir. İyidirli bilhassa başörtüsü konusunda CHP’nin mecliste karşı tutum içine girmemesi gerektiğinin altını çizdi. Uzunca bir süre HDF’de etkin pozisyonda bulunmuş bir sosyal demokrat olan İyidirli’nin bu yaklaşımı özlenen bir tutum. Sohbetimize sonradan Sefa Doğanay da katıldı, derken biz yemeği unutmuşuz. Yiyecek bir şeyler bulduk yine de. Menü oldukça zenginmiş. Aşçılar garsonlarıyla birlikte Türkiye’den getirilmiş. Biz hepsini tatmasak da, görmesek de menüde Osmanlı mutfağından çeşitli örnekler varmış. Yunus Emre Enstitüsü organize etmiş yemeği. Cumhuriyet’in 90. Yılında Türk Büyükelçiği’ne yakışan bir menü.

Osmanlı mutfağından örneklerin sunulduğu resepsiyonda, Büyükelçimiz Sayın Hüseyin Avni Karslıoğlu konuşmasını nedense sadece Almanca yaptı. Türkiye Cumhuriyet’inin Büyükelçisi Cumhuriyet resepsiyonunda Türkçe konuşmuyor ve sadece Almanca konuşmayı tercih ediyor. Anlamakta zorlandım. Türkçe konuşmak utanılacak bir şey midir?

Sivil toplum örgütlerine Türkçe konusunda duyarlı olunması gerektiği söylenirken, resepsiyonda Almanca konuşmak ne kadar inandırıcıdır? “Kendi yapmadığınız şeyi niçin yapınız diye söylersiniz.” Bu bir ayet mealidir. Duruşa dikkat çeker bu ayet. Rezidansında verdiği iftar yemeğiyle gönlümüzde taht kuran Karslıoğlu’nun bu tutumuna ben anlam veremedim.

Ayrıca ses düzeninin bozuk olması, akustiği zaten bozuk olan Kançılaryanın salonunda gürültü kirliliğine sebep oldu. Böylesine önemli bir resepsiyonda ses düzeni Kançılarya’ya yakışmadı.

Büyükelçiliğin Cumhuriyet resepsiyonundan sonra başkonsolosluğun düzenleyeceği Cumhuriyet resepsiyonuna yönümü çevirdim. Yeni bir hayal kırıklığına uğramak mümkündü. Kırmızı halı döşeli merdiven basamaklarından birer birer çıkarken bile zihnim hep meşguldü. Başkonsolos Ahmet Başar Şen misafirlerinin teker teker bayramlarını kutladıktan sonra kürsüye davet edildi. Konuşmasını önce Türkçe ve sonra Almanca olarak yaptı ve verilmesi gereken mesajlarını verdi. Olması gereken yapıldı. Toplam konuşma süresi 6 dakikaydı. *

Hem Büyükelçinin ve hem de Başkonsolosu’n konuşmasında, Osmanlıya hakaret cümleleri kurulmadı. Cumhuriyet’in Kurucusu olan Mustafa Kemal yüceltilip, padişahlar vatan haini ilan edilmedi. Ölçülü cümleler kurularak anlatılmak istenen anlatıldı.

Hatta başkonsolos Ahmet başar şen “Uzun savaşların yakıp yıktığı topraklarda, imkânsızlıklar içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu kadar kısa bir sürede modern bir devlete dönüşerek bugünkü seviyeye ulaşması, örnek bir başarı ve gurur tablosudur.” diyerek Türk Milletinin Cumhuriyet’le birlikte küllerinden yeniden doğduğunu ifadeye koydu. Bu ifade hem Osmanlı’yı hem de Cumhuriyet’i tam olarak anlatıyordu.

Rotes Rathaus (Berlin Eyalet Hükümet Binası) Cumhuriyetin kutlanması için bilinçli bir seçim miydi, değil miydi tam olarak bilmiyorum. Şen’in konuşma yaptığı salon 1878 Berlin Antlaşması’nın imza edildiği salondu, Hükümet Binası’nın Büyük Balo Salonu(Der Große Saal des Roten Rathauses) ve duvarda büyük bir tablo vardı. 13 temmuz 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşması** resmedilmiş bu tabloda. Avrupa ülkelerinin temsilcileri masanın etrafında yer alırken, Osmanlıyı temsilen katılan üç kişi masanın dışında tutulmuş. Aşağılayıcı bir resim.

Şen bu salonda Cumhuriyet resepsiyonu vermekle Avrupalılara, “Siz Osmanlı’yı parçalama kararını bu salonda aldınız, ben de şimdi bu salonda, küllerinden yeniden doğan Cumhuriyet’i kutluyorum” demek mi istemişti acaba?

…………………………………………

*İlgilenenler için, Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in konuşmasının tam metni:

Sayın Büyükelçim, Değerli Hanımefendi,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. yıl dönümünü coşku ve kıvançla kutluyoruz. En büyük bayramımızda, bu gurur gününde hepinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyor, hepinize en iyi dileklerimi sunuyorum.

Cumhuriyet, Türk milletinin Büyük Atatürk önderliğinde verdiği emsalsiz mücadelenin, onurlu duruşunun, vatan sevgisinin, egemenlik ve bağımsızlık iradesinin ortaya çıkardığı bir eserdir.

Bugün, Cumhuriyetimizin kurucuları olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarını, vatanımızın bağımsızlığı birlik ve bütünlüğü uğrunda canlarını feda eden aziz şehitlerimizi, istiklal ve egemenliğimiz için her şeylerini ortaya koyan kahraman gazilerimizi derin minnet duygularımızla anıyoruz.

Kıymetli Misafirler,

90 yıl milletlerin hayatında çok uzun bir süre değildir.

Böyle bir çerçeveden bakıldığında binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin çağdaş halkasını oluşturan Cumhuriyetimizin genç yaşına rağmen son derece sağlam kökler oluşturduğunu görmek bizlere kıvanç vermektedir.

Uzun savaşların yakıp yıktığı topraklarda, imkânsızlıklar içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu kadar kısa bir sürede modern bir devlete dönüşerek bugünkü seviyeye ulaşması, örnek bir başarı ve gurur tablosudur.

Türkiye 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde büyük dönüşümleri ve kalkınma atılımlarını başarıyla hayata geçirebilmiştir. 90 yıl önce 13 milyon olan Türkiye’nin nüfusu bugün 75 milyondur.

Bu nüfusun yarısı 30 yaş altındadır. 90 yıl önce Türkiye’deki okuryazarlık oranı % 15 civarındaydı. Bugün % 98 okuryazardır.

90 yıl önce Türkiye’de sadece 23 lisemiz vardı. 9 yüksekokulda % 10’u kadın 2900 öğrenci öğretim görüyordu. Bugün 179 üniversitemizde 5 milyona yakın lisans ve lisansüstü öğrencisi kayıtlıdır. Bunların % 45’i kız öğrencidir. Üniversite öğretim elemanı sayısı 120.000’i aşmıştır. Bunların 49.000’i, yani % 40’tan fazlası kadındır.

1923’te, tarım ülkesi olan Türkiye, 2013 yılında artık sanayileşmiş bir ülkedir. Türkiye Avrupa’nın en büyük ikinci çelik üreticisidir. Yıllık toplam otomotiv üretimi 1.1 milyondur.

Beyaz eşya sektörümüz yıllık yaklaşık 25 milyon adet üretim kapasitesi ile Avrupa’nın en büyük üretim üssüdür. Beyaz eşya sektörünün başlıca ihracat pazarı ise Avrupa’dır. Ulusal havayolumuz THY, boyutları ve kalitesiyle dünyanın sayılı havayolu şirketleri arasındadır. Bugün artık, dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olan Türkiye, asırlık yaşına varmadan ilk on ekonomi arasında yer almak istemektedir.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, bu çağdaş ilkelere dayalı rejimiyle de bölgesinde bir istisnadır. Sadece ekonomik, siyasi ve beşeri açıdan değil, demokratikleşme açısından da, “çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma” hedefi doğrultusunda emin adımlarla ilerlemektedir. Mevcut göstergelere bakıldığında, tüm bunlar ulaşılması zor hedefler gibi görünmemektedir.

Değerli Misafirler,

Konuşmamın bu bölümünde, kısaca, Almanya’daki birinci nesil insanımıza değinmek istiyorum.

Türkiye’de o zamanlar yaşanan ekonomik sorunlar ve Almanya’daki işgücü ihtiyacı nedeniyle 52 yıl önce Almanya’ya gelmeye başlayan ve misafir işçi olarak adlandırılan birinci nesil Türk göçmenler, vatanlarından uzakta, gurbette, emekleri ile Almanya ekonomisine büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Çocuklarına, torunlarına daha iyi hayat şartları vermeye çalışırken, aynı zamanda Alman dostları ile birlikte Avrupa’nın başat ekonomisini inşa etmişlerdir. Buna paralel olarak, ekonomik krizlerle çalkalanan 1960’lı 1970’li yıllarda Türkiye’ye gönderdikleri “işçi dövizleriyle” Türk ekonomisine de önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bugün onlardan, birinci nesilden bazı temsilcilerin de aramızda olmalarını istedik ve kendilerini davet ettik. Geldiler, şeref verdiler. Onlara hepinizin huzurunda Türkiye’ye, Türk-Alman toplumuna ve Türk-Alman dostluğuna yaptıkları katkılardan ötürü bir kez daha teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.

Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Aradan geçen sürede, Türkiye işçi gönderen bir konumdan işçi göçü alan bir ülkeye dönüşmüştür. Türkiye’de iş arayanlar arasında Almanlar da bulunmaktadır. Öte yandan, Almanya da burada yaşayan Türkler için gurbet olmaktan, ikinci ve acı vatan olmaktan çıkmıştır.

Bugün Almanya’da artık 4. neslinden bahsettiğimiz Almanyalı Türkler her alanda önemli başarılara imza atmaktadır. On binlerce Türk kökenli girişimci, çoğunluğu Alman yüzbinlerce insana istihdam imkanı sağlamaktadır. Türk kökenli bir siyasi parti başkanı, eyalet bakanları, müsteşarları vardır.

Federal Parlamento’da 11, Berlin Eyalet parlamentosunda ise 8 Türk kökenli milletvekili görev yapmaktadır. Fatih Akın’ın filmleri, rakip takım Türk olmadığı sürece, Mesut Özil’in golleri bizlere gurur vermektedir.

Almanya Türk toplumunun bundan sonra da aynı başarılı çizgiyi sürdüreceğinden, kültürel kimliğini ve milli benliğini kaybetmeden, birlik ve beraberlik içinde hem Almanya’ya, hem Türkiye’ye hem de Türk-Alman dostluğuna katkılarda bulunmaya devam edeceğinden hiçbir şüphemiz bulunmamaktadır.

Değerli Vatandaşlarım, Bu duygularla, hepinizin Cumhuriyet Bayramı’nı en iyi dileklerimle kutlar, aramızda bulunan Alman ve diğer ülkelerden dostlarımıza bizlerle bu coşkulu günü paylaştıkları için memnuniyetimi ifade ederken, hepinize güzel bir akşam dilerim.

** Berlin Antlaşması:

Antlaşmanın Sebepleri ve Şekli

93 Harbi’nin ardından Osmanlı ile Rusya arasında, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın şartları Osmanlı Devleti açısından son derece ağırdı ve Rusya’yı Balkanlar’da tek güç haline getiriyordu. Nitekim bu durum Avrupa’nın diğer büyük devletlerini rahatsız etmekteydi.

Aynı dönemde Sultan II. Abdülhamid Han, İngiltere’yi Rusya’ya karşı kışkırtmaktaydı. Osmanlı Devleti savaşta yenilmiş ve antlaşmak zorunda kalmıştı ancak yapılan antlaşma devletin çöküşünü getirebilecek ağırlıktaydı. II. Abdülhamid de çareyi Avrupa devletlerini Rusya’ya karşı kullanarak durumu hafifletmekte aramaktaydı. Sonuçta İngiltere, Rusya’nın, Orta Doğu’daki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, sıcak denizlere inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Diğer Avrupa devletleri ile Rusya üzerinde kurduğu yoğun baskı sonucunda Rusya, antlaşmanın yeniden gözden geçirilmesine razı oldu.

13 Haziran 1878’de Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark’ın başkanlığında Berlin’de, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın katılımıyla bir kongre toplandı. Osmanlı Devleti’ni temsilen Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa, Müşir Mehmet Ali Paşa ve Berlin büyükelçisi Sadullah Bey (Paşa) gönderilmiş, diğer devletleri de başbakanlar ve dış işleri bakanları temsil etmekteydi.

Kongre bir aylık bir çalışma ile varılan antlaşmanın maddelerini düzenlemiştir. 13 Temmuz’da 64 maddelik yeni antlaşma katılımcı ülkeler tarafında imzalanarak yürürlüğe girmiştir.

135 Yıl sonra tekrar aynı salonda

Antlaşma Sonuçları

Antlaşmanın başlıca sonuçları şöyle gruplandırılabilir:

Toprak Kayıpları

Osmanlı Devleti kendisine tabi olan Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ’ın kendi başlarına birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş ve Osmanlı Devleti’ne bağlı ancak çeşitli imtiyazlara sahip olmuşlardır. 64 maddeden oluşan antlaşmanın toprak paylaşımı aşağıdaki gibidir;

1. Bosna-Hersek imtiyazlı vilayet haline gelmiştir.

2. Kıbrıs Sancağı İngiltere’ye kiralandı.

3. Niş Sancağı Sırbistan’a bırakıldı.

4. Teselya Sancağı Yunanistan’a(1881) bırakıldı.

5. Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya bırakıldı.

6. Dobruca Sancağı Romanya’ya bırakıldı.

7. Bunların dışında birkaç kaza Karadağ’a bırakıldı.

8. Van’ın doğusundaki Kotur yöresi İran’a verildi.

9. Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya ödemesi gereken savaş tazminatı 802.500 franka indirilerek taksite bağlandı.

Ayrıca kongre döneminde Fransa’nın yaptığı kulis çalışmaları sonucunda, antlaşma maddelerinde olmadığı halde 3 yıl sonra Tunus Prensliği Fransızlarca işgal edilmiş ve gerekçe olarak Berlin Antlaşması gösterilmiştir. Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlıları baskı altına alma politikasına devam etti

Kazançlar

Girit, Doğu Beyazıt ve Eleşkirt Osmanlı Devleti’ne bırakıldı.

Azınlıklar Konusu

Osmanlı Devleti, Vilayât-ı Sitte (Erzurum, Van, Mamüretü’l Aziz [Elazığ], Diyar Bekir, Sivas, Bitlis) denilen Doğu Anadolu’daki illerde Ermeniler lehine ıslahat yapacaktı. Ancak yasalar gereği Ermenilerin nüfusları yetmediği için ayrı bir beylik kuramadılar. Benzer ıslahatlar Makedonya vilayetinde de gerçekleştirilecekti. (Bu iki madde hiçbir zaman uygulanmamıştır. II. Abdülhamid, büyük devletlerin çekişmelerinden faydalanarak bu maddelerin uygulanmasını asla tatbik etmemiştir.)

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.