12 EYLÜL’Ü YARGILAMAK

ABONE OL
18:52 - 01/10/2020 18:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Demokrasiye inanmış, özümsemiş toplumlarda, bütün kurum ve kuruluşlarıyla düzgün çalışan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde gerek askeri, gerek sivil darbe hoş görülmez, benimsemez ve karşısında tavır alınır. Gerçek bir demokrasiyle yönetilen hukuk devletinde her şey yolunda giderken ve vatandaşlar bu gidişattan memnunken bir askeri ya da sivil darbe yapılarak, bu memnuniyet ortamına son verilip, hukuksuzluklar yaşanırsa, darbeyi yapanlar lanetlenir ve gerekli cezalara çarptırılır. Bu durum, demokrasiye inanan insanlar için son derece olağandır.
12 Eylül 1980 günü CIA Türkiye masası şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın kulağına eğilip: ”Bizim çocuklar işi başardı” (Our boys have done it) dediği bilinmektedir. ABD’li yetkililerin, 12 Eylül 1980 darbesini yapan kuvvet komutanlarından istekleri olmuştu: ”Darbeyi yaparsanız yeni rejimi tanırız ancak darbeden sonra başbakanlık müsteşarı Turgut Özal ile Hacettepe Üniversitesi Rektörü İhsan Doğramacı’yı değerlendirmenizi istiyoruz” demişlerdi.

12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden otuz iki yıl geçtikten sonra, 4 Nisan 2012 tarihinde 12 Eylül darbesi yargılanmaya başladı. Yıllardır 12 Eylül darbesini destekleyenlerin, sivil olarak daha da ileriye götürenlerin aklına, darbeyi yargılamak gelmiştir. Bilinç düzeyi ve ufukları sığ olanlar da, bu duruma destek olmaktadırlar. Bu yargılama tam anlamıyla ”yetmez ama evet” anlayışının bir ürünüdür. Bir aymazlıktır, bir soytarılıktır, bir akıl tutulmasıdır. 12 Eylül 1980 darbesini iki bölümde incelemek gerekir. Birincisi, Türkiye’yi 12 Eylül 1980 darbesine getiren süreç, ikincisi ise 12 Eylül 1980 darbesi olduktan sonra, sözde demokrasiye geçene kadar olan süreç.
Türkiye’yi 12 Eylül 1980 darbesine götüren süreçte, o günlerin hükümetleri, bürokratları, siyasileri ve siyasi partilerinin kusuru yok muydu? Eğer gerçekten bir yargılama yapılacaksa, bu konu atlanmamalıdır. Darbeye hazırlık sürecindeki psikolojik operasyonları, 1 Mayıs 1977 olayları, Kahramanmaraş, Sivas, Çorum, Malatya katliamları, aydınların ve gencecik vatan çocuklarının cinayetleri, kitlesel terör olayları, 1961 Anayasası’na karşı planlı saldırılar, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla ulusal ekonomiyi, emperyalizmin güdümüne sokan programın uygulanması, enflasyon, karaborsalar, vurgunlar unutulmamalıdır. Her gün onlarca insanın öldürüldüğü, yaralandığı bir ortamda, sokakların, semtlerin, ilçelerin kurtarılmış bölge ilan edildiği, üniversitelerin çatışma yerine döndüğü, sürekli olarak birbirileriyle çatışan siyasilerin ve altı ay bir cumhurbaşkanı bile seçemeyen parlamentonun olduğu süreçte, Türkiye bilinçli olarak ama yavaş yavaş karanlık bir çıkmaza sokulmuştur. Bu süreçte, Türkiye’de bir istikrarsızlaştırma operasyonu başarı ile uygulanarak, dış güçlerin de katkısıyla ülke uzun bir kaos ortamına sürüklenmiştir. Böylece halkın büyük bir çoğunluğu, askerlerin müdahale etmesini ister duruma getirilmiştir.
Böyle bir süreçte ve birçok ilde sıkıyönetim varken, 12 Eylül 1980 sabahı, düğmeye basılmış gibi bütün toplumsal olaylar aniden sona ermiştir. ABD’nin ”bizim çocukları” yönetime el koyarak, 1961 Anayasası’nı yürürlükten kaldırdı, parlamentoyu, bazı sendikaları, konfederasyonları ve dernekleri kapattı. 20 Eylül 1980 tarihinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu tarafından hükümet kuruldu ve Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Bu hükümette 24 Ocak 1980 kararlarının alınmasında önemli rolü olan, Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal da, 14 Temmuz 1982 tarihine kadar Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı.
12 Eylül 1980 tarihinden sonra sadece çatışmalar durmuş, siyasi cinayetler bitmişti. Ekonomi yine belirsiz ve kırılgandı, 23 Ocak 1980 tarihinde 47 TL olan bir dolar, yapılan devalüasyonla 24 Ocak 1980 tarihinde 70 TL oldu. Yeni ekonomik önlemler doların artmasını engelleyememiş ve ortalama olarak 1981 yılında 110 TL, 1982 yılında 160 TL, 1983 yılında 220 TL, 1984 yılında ise 360 TL olmuştu. Toplumun alım gücü düşmüş, enflasyon ise sürmekteydi. Dünyada başka hiç bir yerde görülmeyecek kadar banker olayları, faiz patlamaları, döviz artışları yaşandı. 1980 yılında 5.720.000 olan sendikalı işçi sayısı, 1985 yılında 1.712.000 oldu, 1979 yılında işçinin günlük ücreti 8.5 dolar iken, 1985 yılında 4 dolar oldu.
Bu dönemde ülkemizde uygulanan faşist yönetim sonucunda ortaya korkunç veriler çıkmıştır. 650.000 kişi gözaltına alındı, 1.700.000 kişi fişlendi, açılan 210.000 davada 230.000 kişi yargılandı, 100.000 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 250.000 kişi işkence gördü, 7.000 kişi için ölüm cezası istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi, 50 kişi idam edildi, 45.000 kişiye çeşitli hapis cezaları verildi, cezaevlerinde 300 kişi kuşkulu şekilde öldü, 170 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi, 14.000 kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 390.000 kişiye pasaport verilmedi, 30.000 kişi yurtdışına kaçtı, 23.700 derneğin etkinlikleri yasaklandı, 4.900 kamu görevlisinin işine son verildi, 930 yayın, 190 film yasaklandı, 400 gazeteci için toplam 4000 yıl hapis cezası istendi, 40 ton gazete, dergi ve kitap yakılarak yok edildi, gazetelere 300 gün yayın yapmama cezası verildi. Bu karanlık dönemde yaşanan olayları ve insanın içini burkan işkenceleri, gazeteci, yazar Erbil Tuşalp’in ”Bin İnsan”, ”Bin Tanık”, ”Bin Belge” isimli kitaplarından ayrıntılı olarak öğrenebilmek mümkündür.
12 Eylül 1980 darbesinin ürünü 1982 Anayasası, %93.1 evet oyuyla kabul edilmiştir. Bu anayasa ile sermayenin ve dincilerin sisteme egemen olmalarının yolu açılmıştır. Liberal ekonomi benimsenerek, sosyal devlet ilkesi ortadan kaldırılmıştır. Ulusal kuruluşlarımız özelleştirme perdesi altında yabancı tekellere peşkeş çekilmiştir. Tarıma destek kaldırılarak, tarım ve hayvancılık çökertilmiştir. Gümrükler açılarak, sanayi korumasız bırakılmıştır. Türkiye’nin vermiş olduğu veto kararı kaldırtılarak, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesi sağlanmıştır. Zorunlu din dersleri anayasaya konulmuştur, genel seçimlerde halk iradesini yok sayan yüzde 10 barajı uygulamaya konulmuştur. İhsan Doğramacı’nın katkılarıyla YÖK yasası çıkarılarak, üniversite özerkliği terk edilmiş, yükseköğretim paralı olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi bilinçli bir şekilde Diyarbakır cezaevi zulmünü yaratarak, ülkemizde Kürt sorununu kanatmıştır. Türk-İslam sentezi adına, Atatürk milliyetçiliği yok sayılmış, Atatürk diye diye, Atatürk Cumhuriyeti’nin yıkımına başlanmıştır.
Ülkemizi 11 Eylül 1980 gününe getiren sivil ve asker yöneticiler, 1982 Anayasası’na %93.1 evet oyu verenler, darbe döneminde görev alan bürokratlar ile darbe ürünü olarak siyasi yaşama atılanlar şimdi hep birlikte 12 Eylül 1980 darbesini yargılamaya çalışmaktadırlar. 12 Eylül sadece darbeci generaller, işkenceci polisler değildir, ABD emperyalizmidir, CIA’dır, Turgut Özal’dır, sivil faşist güçlerdir. 12 Eylül 1980 darbecilerinin, sorumlularının yargılanması çok önemlidir ve gereklidir. Ancak 12 Eylül 1980 darbesinin sorumluları sadece hayatta kalan iki cuntacıya indirgenerek, başka sorumlu yokmuş gibi bir oyun oynanmaktadır. Bu yapılan yargılama kamuoyunu yanıltma, aldatma, konuyu saptırmadır.
Dün 12 Eylül 1980 sürecinde yaşananların benzeri, bugün ülkemizde yaşanmaktadır. Turgut Özal’ın izinden gittiğini söyleyenlerle, darbeler yargılanamaz. 12 Eylül 1980 zihniyetine ve ürünlerine sahip çıkanlarla, darbeler yargılanamaz. ”İleri demokrasi” söylemiyle, ileri faşizm uygulayanlarla, darbeler yargılanamaz. Günümüzde 12 Eylül 1980 darbesini yargılamak isteyenler, hukuku kendilerine bağımlı hale getirerek, bu darbenin sivil görünümlü olanıyla ülkeyi yönetmektedirler.
ABD’nin ”bizim çocukları” tarafından yapılan 12 Eylül 1980 darbesini yargılamak isteyenler, ”BOP eş başkanı” olarak emperyalizme hizmet etmektedirler. Emperyalizme hizmette sınır tanımayanlar, emperyalizmin desteklediği bir darbeyi yargılayamazlar, inandırıcı olmaz. Bugün ülkemizde 12 Eylül darbe düzeni, sivil darbe olarak devam etmektedir. 12 Eylül darbesinin yargılanacağı davaya, birçok kişi ve kuruluş ”müdahil” (davaya katılmak istemi) olmak için başvuruda bulunmaktadır. Ülkeyi 12 Eylül ortamına getirenler ve yaşadığımız günlerdeki sivil darbeyi yapanlardan başka Kahramanmaraş olaylarının baş sanığı Ökkeş Şendiler ile TİP üyesi yedi öğrenciyi boğarak öldüren Haluk Kırcı da, müdahil olmak istemektedir. Bilimin ve aklın olmadığı yerde, AKP’nin tuzağı işe yaramış ve hep birlikte AKP’nin sahtekârlıklarına inandırıcılık kazandırarak, 12 Eylül faşizmini aklamak için bir senaryo oluşturulmuştur.
Toplum, darbeyi yargılama senaryosu ile uğraştırılırken, 4+4+4 kesintili eğitimle şeriat devletine geçiş planları, Suriye ile savaş hazırlıkları, terör sorunları, elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamları unutturulmaktadır. Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine sıkıca bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin ve bilinçli olarak her zaman, her koşulda karşı konulmalıdır.

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.