KÖY ENSTİTÜSÜNDEN KÖYE

ABONE OL
23:45 - 31/05/2023 23:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İbrahim Yıldız, 1926 Aksaray-Ihlara doğumlu… Bir köy çocuğu olarak İvriz Köy Enstitüsünde okuma şansını yakalayan şanslı bir yurttaş. 1947’de okulunu bitirip öğretmen olarak Aksaray’ın Karataş köyüne atanır. Cumhuriyet ve halka hizmet ülküsü, yüreğinde bir coşkuya dönüşmüştür.

İbrahim Yıldız, Karataş’a babasıyla gider bir boz eşekle. Köye gidince ilk olarak muhtarı ararlar. Muhtarın odasını bulurlar.

“Oda kesme taşlardan örülmüş iki katlı bir binaydı. Dıştan bir merdivenle üst kata çıkılıyordu. Odanın güney cephesinde sırtlarını duvara dayamış, şapkalarını gözlerine kapatmış beş altı kişi, güneşe karşı, sanki uyur gibi oturuyorlardı. Bu insanların yaşları belki kırk, belki elli gibi görünse de duruşları, konuşmaları ve yüzlerinin kırışmış oluşu, sanki onları daha yaşlı gibi gösteriyordu. Yani erken yaşlanmışlardı. (İbrahim Yıldız, Köy Enstitüsünden Öğretmenliğe Öğretmenden Öğrenciye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, Şubat 2017, İstanbul, sf. 114)” Selam verip yanlarına giderler. Babası, oğlunun bu köye öğretmen olarak atandığını söyler. İçlerinden biri: “Desene başımıza bir bela daha geldi. (Aynı yapıt, sf. 115)” der. Bu sözler, genç öğretmenin içinde taşıdığı çalışma ülküsünü, hırsını, isteğini kırmaz. Tersine daha çok bilenir. Cumhuriyet ışığının aydınlığına, bu köyün daha çok gereksinimi olduğunu düşünür. Çünkü o ve arkadaşları, yurt ve ulus sevgisiyle yetiştirilmişlerdir. Hiçbir olumsuz söz ya da davranış onları, yurduna ve ulusuna hizmetten alıkoyamazdı.

İlk gün muhtarla görüşemezler. Çünkü o, tarladadır. İbrahim Öğretmen, daha sonra görevine başlar. Kendisinden önce köyde çalışmakta olan bir eğitmen vardır. Onunla ve muhtarla iş birliği yapar. Onun gelmesiyle üç sınıflı olan okul, beş sınıfa çıkar. Çevre köylerde okumakta olan 4 ve 5. Sınıf öğrencileri toplanır. Üç sınıflı okulu bitirip üst sınıflara gidemeyen 18 yaş altı çocuklar da okula çağrılır. Böylece öğrenci sıkıntısı çekilmez. En büyük sorun, bu öğrencilerin nerede okuyacağıdır. Eğitmen, camide ders yapmaktadır ilk üç sınıfla. Yer aranır ve bir samanlığın derslik yapılmasına karar verilir.

“Ertesi gün hemen işe başladık. Binanın içindeki saman kalıntılarını dışarıya çıkardık. Bunu yaparken, köy bekçisiyle beraber öğrencilerim de canla başla çalışıyorlardı. Bu çalışma iki gün sürdü.

Samanlık olan bir binayı derslik şekline dönüştürmek hiç de kolay değildi. Kapı ve pencere sorunu çıktı karşımıza. Bir de içinin sıvanması ve badana edilmesi gerekiyordu. Bütün bu sorunları bile bile bu binada karar kılmak zorundaydık, çünkü köyde dersliğe dönüştürülecek daha uygun bir bina bulamamıştık.

‘Nereden kireç bulacağız?’ diye düşünürken öğrencilerim, köyün yakınında beyaz bir toprak damarının olduğunu söylediler. Orası işimize yarayabilirdi. (Aynı yapıt, sf 117)” Samanlık sıvanır. Kapı ve pencereleri öğretmence yapılır. Her şey hazırdır, yalnız önemli bir eksiklik vardır.

“Ancak öğrencilerimizin oturacakları sıralar ve karşıya asacağımız yazı tahtası eksiğimiz vardı. Onları da şöyle çözdük: Yerlere ucu sivri sağlam ağaçtan kazıklar çaktık; üstlerine de kalın düzgün tahtaları çiviledik. Bununla sıra sorunu çözülmüş oldu. Yazı tahtası için de kalınca bir kontrplak parçasının etrafını çıtalarla çevirdim; öğrencilerim de soba kurumunu bezir yağına karıştırdılar ve yazı tahtasını bir güzel boyadılar. (Aynı yapıt, sf.118)” Böylece imeceyle derslik ortaya çıkar. Bu çalışmalar sırasında başta muhtar olmak üzere köylülerin öğretmene karşı güveni, saygısı, sevgisi artar. Öğretmen de öğrenciler de mutludur.

Bir süre sonra öğretmenin ataması, Aksaray’a bağlı İncesu köyüne çıkar. İbrahim Yıldız, bu atamaya üzülür. Çünkü dişiyle tırnağıyla ve alın teriyle oluşturduğu bir eğitim yuvasından ayrılmak gönlünü kırar. Ataması, Karataş’ta da duyulur.

“Karataş köyünde bu haber duyulur duyulmaz, köyün ileri gelenleri ayağa kalkmış, gruplar oluşturarak Aksaray’ın yolunu tutmuşlardı. Bu işleri organize eden grubun başında ise köy muhtarının babası bulunuyordu.

Kimdi bu adam? Hani, ben Karataş köyünü tanımak için ilk kez babamla birlikte köye gitmiştim ya… Babam, benim öğretmen olarak köylerine geleceğimi söyleyince, ‘Desene başımıza bir bela daha geldi.’ diyen ihtiyar bir adam vardı. İşte o ihtiyar adam, köy muhtarının babasıymış. O ihtiyar adamın öğretmen üzerindeki olumsuz düşüncesi, üç ay içinde olumluya dönüşmüş, öğretmenin köylerinde kalması için en çok çabayı şimdi o ihtiyar adam göstermişti. Demek ki öğretmen köyün başına bir bela değil, onlara hizmet eden yararlı bir kişiymiş. Ben bunu kanıtladım. Köyüm değiştiği için bir yandan üzülürken, köyde sevildiğimi duyunca da seviniyordum. (Aynı yapıt, sf. 131-132)”

Yukarıda görüldüğü gibi köy enstitülü bir öğretmenin köyü değiştirme gücünün ne denli yüksek olduğu anlaşılmakta. Bunu bilen egemen güçler, özellikle de emperyalistler, köylümüzün uyanmasını, ulusal eğitimimizin gelişmesini istemediler. ABD ile 27 Aralık 1949’da imzalanan eğitim anlamasıyla enstitülerin idam fermanı da imzalandı. Okulların içeriği boşaltıldı. Zaten açılmalarıyla başlayan kara çalmalar, daha yüksek perdeden seslendirildi. Bire bin katıldı ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarabilecek bir eğitim anlayışı terk edildi. Kin ve ne uğruna? ABD’ye bağlılık uğruna… Emperyalistlerden üç beş kuruşluk yardım alma uğruna…  Yalnız köy enstitüleri mi feda edildi ABD yoluna? Doğaldır ki değil! Ulusal sanayimizin önü kesildi, Var olan fabrikaların birçoğu işlevsizleştirildi. Atatürk’ün başlattığı arasız devrim yolundan dönüldü. Cumhuriyet kurumları çökertildi zaman içinde.

Eğer Atatürk devrimlerini, Cumhuriyet kurumlarını, Türk Devriminin kazanımlarını geri almak istiyorsak öncelikle emperyalizmden kopmak gerek. Bu, olmadan kendimiz olamayız ve Atatürk’ün gösterdiği hedeflere koşamayız.

 

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.