KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMENE İFTİRA

ABONE OL
13:56 - 02/02/2023 13:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Köy enstitülü babam, üç ayrı yerde öğretmenlik yaptıktan sonra köyümüze atandı. Büyük ülküleri vardı yetiştiği topraklarla ilgili. Ortaçağ uyuşukluğunun, uykusunun yazgıya dönüştüğü bir coğrafyaya çağdaşlığın atılımını, devinimini, aydınlığını getirmekti en büyük ülküsü. Enstitülerin de amacı buydu zaten.

Köy enstitüleri, cumhuriyet ülküsünün yaşama uygulanması için kurulan okullardı. Yaparak, yaşayarak öğrenmenin yeriydi bu kurumlar. Bilgi, kuram olmaktan çıkıp yaşamın içinde uygulanıyordu. Yaşama uymayan bilginin doğruluğu tartışılır.

Yüzyıllarca okul kapısından geçmemiş köy çocuklarını okutmaktı amaç enstitülerde. Çünkü köylerin zorluklarına, ancak bu köylerde doğup büyüyen kişiler katlanabilirdi. Köylünün sorunlarını, bu köylerden olanlar bilebilirdi. Sorunları bilenler, çözümlere de kafa yorabilirdi. Bu nedenle yoksulluğun, yoksunluğun, bilgisizliğin, karanlığın, kör inançların baskısı altında yıllardır uyuşan köylülerin ve köylerin canlanması içindi enstitüler.

Sağlık, eğitim, tarım, hayvancılık ve birçok alanda yeniliklere kapalıydı köylerimiz. Bir avuç çıkarcının, asalağın, ağanın, dinden geçinenlerin sömürüsü söz konusuydu. Bilgisizlik, neredeyse bir inanca dönüşmüştü. İnandığı kutsal kitabı okuyup anlayamayan bir toplumun dinsel inancını doğru olarak kavrayıp yaşama geçirmesi de çok zordu. Bu nedenle köylüler okuryazar olmalıydı. Bilgiye, kendisi ulaşmalıydı aracısız.

Köylerde verimli bir tarımın gelişmesi için çiftçinin okuryazarlığı ve bilgiye ulaşması zorunluydu. Ayrıca çiftçiye tarımsal çalışmalarında kılavuzluk edecek biri gerekliydi. O da enstitüde, bu yolda eğitim alan öğretmen olmalıydı. Köy enstitülü öğretmen, hem öğrencileri eğitecek hem de köylüye çalışmalarında kılavuzluk edecekti. Bu amaçla kurulan enstitüler, amacına ulaşmaya başlayınca yurttaşımızın bilgisizliğinden beslenen kesimler ayağa kalktı. Enstitüler için yalanlar uydurulup iftiralar üretildi. Bu yalanlar, halk arasında yayıldı. Bir süre sonra bu yalanlara ve iftiralara söyleyenler bile inandı.

Türkiye, 1945’ten sonra ABD ile iyi ilişkiler(!) kurmaya başladı. ABD, ülkemizde ilk önce eğitim sistemini hedef aldı. Ezilen ülkelere örnek olabilecek köy enstitülerinin ortadan kaldırılmasını istedi. Bu amaçla Türkiye ile Aralık 1949’da “Eğitim Anlaşması” imzalandı. Böylece enstitüler, gelişip toprağa kök salmadan yok edildi. Ortaya atılan yalanların asıl kaynağı da ABD idi. Ne yazık ki cumhuriyet yöneticilerinin olağanüstü buluşu olan ve ülkemizi aydınlığa çıkaracak bir sistemi, ABD çıkarları için yok etti zamanın iktidarları.

Neyse biz konumuza dönelim. Köy enstitülü babam, bizim köyün okuluna atanalı birkaç yıl olmuştu. Of merkezde oturan arkadaşı Hasan Tahsin Sarıalioğlu, babamı ziyarete geldi köyümüze. Köy merkezinde bulunan ikinci kattaki kahveye otururlar. Köylülerimiz hoşbeş ederler. Tanıyan ve tanımayanlar masanın çevresine toplanır, çaylar içilip söyleşilir. Köylümüz olan Koyanoğlu Şevki (Öztürk) bir çocukluk anısını anlatır.

Şevki Amca, sosyal birisiydi. Devlet işlerinde yüklenicilik yapardı. İl ve ilçe merkezinde dostları vardı. Babama da saygı ve sevgi duyardı. Babamın konuğunu, kendi konuğu olarak benimsemişti. Zaten bir cemiyet adamının yapacağı iş de böyle olmalıydı. Genç denecek bir yaşta bir kaza sonucu aramızdan ayrıldı.

Şevki Amca’nın evlerinin bitişiğinde oturan Huriye Ablasının (Aralarında epey yaş farkı vardır.) kapısındaki armudu iyice olgunlaşmıştı. Arkadaşlarıyla armut yemek istiyorlar, ancak ablası, ağaca tırmanmalarına izin vermiyor. Bunun üzerine Karadeniz’in zeki çocuklarının çözüm bulan usları devreye girmiş. Akşama yakın uzun bir yaban asmasını kesip gizlice armudun tepeye yakın kısmına bağlamışlar. Hava kararınca evin bahçesine göre biraz alçakta bulunan yola birkaç çocuk saklanıp yaban asmasına asılıyorlar var güçleriyle. Armut silkeleniyor yere. Huriye Teyze, armutların patır kütür yere düştüğünü işitince çıkıyor dışarı. “Armudumu şeytanlar silkeledi.” diye söyleniyor. Karanlıkta, asmayı ve çocukları görememiş. Tabi, burada Huriye Teyze’nin de hakkını yemeyelim. “Şeytan” sözcüğünü gerçek mi, yoksa değişmece anlamda mı kullandı bilmiyoruz. Çocukların armudunu silkmesini anladı da onlara çaktırmadı mı? Yoksa gerçekten kör bir inançla bu işi, şeytanın yaptığını mı düşündü?

Söyleşi bitiyor. Konuk, Of’a uğurlanıyor. Ardından masadakiler dağılıp evlerine gidiyorlar. Birkaç gün sonra babama iki bildirim geliyor hem savcılıktan hem de ilköğretim müdürlüğünden. Masada oturan ve yalancı tanıklığıyla tanınan bir köylümüz, yemeden içmeden Şevki Öztürk’ün anlattığı anıyı tersyüz ederek babamın İslam karşıtı söylemlerde bulunduğunu ve komünizm propagandası yaptığını söyleyerek şikâyetçi oluyor. Kendisi gibi bir yalancı tanık da bulmayı unutmuyor. Babam, her iki soruşturmacı kuruma anlatım veriyor. Hasan Tahsin ve Şevki beyleri tanık gösteriyor. İkisi de mert insandı. İftiracı düşüklere pabuç bırakacak kişilikte değillerdi. Tanıklar, gerçeği söyleyince   babam bir iftiradan daha aklanıyor böylece.

Yalancı tanıklar, köy enstitülü öğretmene daha önce olduğu gibi yine iftira yoluyla çamur attılar. Çamur öğretmene değil; kendilerine yalancılık ve iftiracılık olarak yapıştı.

Babam, yaşamı boyunca kimseye kin gütmedi. Yalancı tanıklık ederek kendisini uğraştıranlara bile. Onların da çocukları öğrencisi oldu. Onların da çocuklarını sevdi, diğer öğrencileri gibi. Onların yaptıkları kötülükleri, bilgisizliklerine verdi her zaman. Çünkü o, cumhuriyet ülküsü için yola çıkmıştı. Herkes gibi o yalancı tanıkları da eğitme görevi vardı. Zor da olsa bu görevi de yapmalıydı.

Not: Yalancı tanıklar, çoktan bu dünyadan göçtüler. Çoluk çocuklarının bu ayıpları taşımaları haksızlık. Bu nedenle onların adlarını yazmadım.

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.