KADINLAR GÜNÜNDE:HASAN KÖNİ HOCAMIZ VE UKRAYNALI KADINLAR

ABONE OL
01:39 - 09/03/2022 01:39
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Uluslararası ilişkiler profesörü olduğu halde, pek sık çıkmazdı televizyona.
Ancak ne olduysa bu ara, sık sık boy göstermeye başladı, bilmiş bilmiş.
Ve dediği son laf, gerçekten ağrıma çok gitti.
8 Mart Dünya Kadınlar gününde hem de diyor ki yaklaşık olarak ünlü profesörümüz, ülkesini terk etmek zorunda kalan Ukraynalı kadınlar için:
-“Bizim erkeklerimiz onları bekliyor ama ne yazık ki onlar Avrupa’ya gidiyorlar!”
Bayan spiker bozulmuş olmalı ki hiç tepki vermiyor; belli ki bozulmuş bu söze. Ama bizimki lafı toparlayacak güya, devam ediyor garip sözlerine:
-“Edebiyat olarak söylüyorum bunu!”
Lafa bak!
-“Çevir kazı” dedikleri bu olsa gerek.
Demek ki hazretin edebiyattan anladığı buymuş; bunu da öğrendik.
Boş boş konuşan, söylediği sözün karşılığı olmayan; hatta adabı muaşerete aykırı olan kişilere Anadolu insanı çok güzel sözcükler uydurmuştur, onları anlatmak için:
Ama ağzı gevşeklik, -sakın hakaret olarak algılanmasın- sözün nereye gideceğini bilmeyenler için söylenir.
Hocamız da bunu yaptı, ne yapalım!
Hocamız ne demek istiyor?
Türk erkekleri, neden Ukraynalı kadınları beklesin?
Hocamızın aklından ne geçiyor? Bir hinoğlu hinlik gülüşü de var ki deme gitsin!
Vay!
Bir latife de olsa bu söz -ki değil, latifede letafet vardır- hem de anaların çocuklarını göğsüne sararak, savaştan ve ölümden kışın ortasında onca zorlukları ve önündeki bilinmezlikleri göze alarak kaçışını böyle mi tiye alacağız?
Ne yani?
Ne ki Ukraynalı kadınlar, hocamızın aklına “pat!” diye böyle şey gelsin!
Hemen söyleyeyim, benim hocayla hiçbir kişisel sorunum yok, olamaz da.
Ama tanık olduğum ve içimde yara olmuş bir konu var ki bunu anlatmadan geçemeyeceğim; belki Sayın Köni’nin bu sözleriyle yan yana geldiğinde, onun kişiliği üzerine bir parça fikir verebilir!
Efendim, şöyle:
Hocamız, 1986 yılıydı sanırım, o zamanlar gencecik bir profesör.
YÖK’ün üniversiteler üzerinde 12 Eylül Vesayet Rejiminin dayattığı uygumaları üniversitelere katmerlendirerek dayattığı o günler..
Hasan Köni Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler –sanırım- doçenti iken, bir anda nasıl olduysa, Pat diye Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne müdür olarak atanıverdi.
Onunla kalmadı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’, Tarih Bölümü’nde Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi Tarihi Kürsüsüne başkan olarak da atanmasın mı?
Kürsü Başkanı ondan önce Doç. Dr. Nejat Kaymaz’dı.
Nejat Bey ters ve sinirli bir adamdı. Ama o yönüne rağmen beni çok severdi ve kaç kez, mezuniyetimden sonra benim kürsüde asistanlık sınavına girmemin çok iyi olacağını söyler yüreklendirirdi.
Ancak olmadı bu:
Nejat Kaymaz’ı kürsü başkanlığından aldılar ve onun yerine bütünüyle alan dışı biri olarak Köni’yi getiriverdiler.
Her neyse bunlar oluyordu o zamanların Türkiyesi’nde, o kadar önemli değil.
Ben de o zamanlar mezun olmuşum; gelmişim, Ege Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Okutmanı olmuşum; öte yandan yüksek lisansa da başlamak üzereyim.
Bir iş nedeniyle Ankara’ya gittiğimde, mezun olduğum okulu da ziyaret ettim.
Hocalarımdan rahmetli Doç. Dr. Ünsal Yavuz’u kürsüde buldum.
Bizim kürsüye bir asistan alınmış; konu bu…
Ben biraz sitemkâr konuşuyorum hocama; çünkü –mütevazı olamayacağım bunda- mezun olduğum kürsüde en başarılı öğrencilerden biriyim…
Tamam öyle ama, çok başarılı başka arkadaşlar da var…
Ben Ege Ün’e girmişim, ama kürsüde başka asistan olacak bır çok arkadaşımız varken, başka bir kürsüden birini asistan almak ne?
Ha bu arada söyleyeyim; bu alınan kişi benim her zaman ve hala da çok sevdiğim ve son derece başarılı bulduğum en seçkin arkadaşlarımdandır; iyi ki alınmış…
Konu onun şahsı da değil zaten; benimki yirmi iki yaşında bir gencin hayata bakışına göre “ilkeli olmak” bir anlamda…
Neyse; ben bunları söyleyince; Ünsal Yavuz elimden tuttu;
-“Bunları Hasan Köni’ye de söyle!” dedi; aldı beni koridorun karşısında bir odaya götürdü.
Kapıyı açtık, içeri girdik, karşımda Hasan Köni.
Ve yanında iki kişi üç kişi daha var; bunlardan birisi benim de hocam olmuş Doç. Dr. Mahmut Şakiroğlu…
Biz Mahmut Şakiroğlu’nu severdik, ilginç kişiydi, her yönden. Değişikti daha doğrusu. Yeniçağ Osmanlı Tarihçisi olarak sayısız yayınlarını takip ederdik.
İtalyan kaynaklarını iyi takip eden bir hocamızdı. Ve ilk kez adını ondan duyduğumuz klasik dönem Osmanlı tarihçilerini onun sayesinde tanıdık, alanımız dışında olsa da.
Mahmut Şakiroğlu artık her ne dediyse ya da istediyse, çokbilmiş hocamız, yani Hasan Köni, tuhaf espriler yaparak rahmetli Şakiroğlu’nu tiye alıyor.
Hem de biz öğrencilerinin yanında…
Bu devam etti bir süre ve sonra bozuldu Mahmut Bey ve kalktı, odayı terk etti çıktı.
Hasan Köni bir kahkaha attı ve aynen şunu söyledi:
-“Bozuldu Bal Mahmut!”
Şimdi bu ne?
Bu davranışta ve sözlerde bir nezahet var mı?
Yakışıyor mu?
Benim belleğimin bir yerinde bu kalmış.
Ve gelelim benim sorunuma:
Hani demişti ya Ünsal Yavuz, bunları Hasan Köni’ye söyle diye:
Ünsal Bey beni tanıttı, sonra da:
-“Bakın Kemal ne diyor? Bizleri eleştiriyor!” deyiverdi.
Ben de açık yüreklilikle düşündüklerimi söyledim.
Hasan Köni beni dinledi; sonra gene gülmeye başladı o garip gülüşüyle;
-“Gel, seni de asistan alalım!” bölüme deyivermez mi?
Şu davranışa bakın!
Oysa ben neden beni almadınız demiyorum ki? Ben zaten bir yerde başlamışım, kadromu bulmuşum: Bana güvenen insanları yarı yolda bırakacak karakterim olabilir mi?
-“Hayır dedim, gelmem”
Neden? Diye sordu:
Anlattım; Ege Üniversitesinde göreve başladığımı ve orada insanları yarı yolda bırakamayacağımı vs. vs.
Ret ettim yani bana asistanlık teklifini böylece.
Çünkü hoca beni hala anlamamıştı; benimse itirazım kendim niye alınmadım diye değil, neden bizim kendi kürsümüzden biri alınmadı diyeydi.
Bu anlatılanlar çok mu önemli?
Belki değil.
Ama benim belleğimde iz bırakmış.
Bugün Nejat Kaymaz hayatta değil, Ünsal Yavuz da değil; eh, Mahmut Şakiroğlu da değil!
A hocam, hayat bu:
Yarın öbür gün sen de olmayacaksın, bu dünya böyle.
Değer mi hiç Ukraynalı kadınları Türk erkeklerinin beklediği gibi boş sözlere; koskoca, dünya çapında ünlü bir tarihçiyi “Bal Mahmut” diye başka insanların yanında ezmeye kalkmalara ya da hakkın olmayan bir şekilde birilerinin koltuğunun altına girip de hak etmediğin yerlere gelmelere…
Bu devran öyle bir devran ki;
Bir döner, bir döner; hem de Dünya Kadınlar Günü’nde seni. Kadının onurunu yükseltecek sözler söylemek yerine, hiçbir zaman belleklerden çıkmayacak bir zevzeklikle baş başa bırakır iyi mi?
Her şey unutulur, ama bu tür belleklerde kalan travmalar unutulmaz.
Ha, şunu da söyleyeyim:
Savaş acısını yüreğinde, ölümün gölgesinde hisseden kadınların onuruyla oynamak hiç omaz hocam, hiç!
Ah almaktır bu ki; vebali vallahi de büyüktür, billahi de büyüktür.

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.