GÜNÜMÜZDE HOŞGÖRÜNÜN ÖNEMİ

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Konya’da her yıl 17 Aralık’da geleneksel olarak düzenlenen Mevlâna’nın ölüm günü (Şeb-i Arus, düğün gecesi) kutlanır. Bu gece Mevlâna’nın Rabb’ine, sevgiliye kavuşma (vuslat) gecesi olarak düşünülür ve kutlanır.

Mevlana’nın öğretilerine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yaşıyor olmamız nedeniyle Mevlâna’yı anlamak ve anlatmak noktasında üzerimize önemli bir görev yüklemektedir. Ama daha da önemlisi, aslında Mevlana’yı ilk önce bizim anlamamızdır. Bu doğrultuda Mevlana’yı anlayabilmek için önce onun öğretilerinin temeline inebilmemiz ve onun felsefesine ulaşabilmemiz gerekmektedir. Onun içindir ki Mevlana’yı anlamak ve onu anlatabilmek için önce hoşgörü kavramını anlayabilmemiz gerekmektedir.

Hoşgörü nedir? Nasıl olmalıdır? Sınırları nedir?

Hoşgörü kavramının sınırlarının çizilmesi, kişisel algıya dayanık olduğu için oldukça zordur. Kimi zaman kayıtsızlık ve ilgisizlik boyutunda algılanmıştır hoşgörü. Kimi zaman da sabırlı olma veya aldırmama. Kimi zaman da dayanma, tahammül, katlanma kavramlarının eş anlamlısı olarak tarif edilmiştir hoşgörü. Meydan Larousse ansiklopedisinde: “Savundukları görüşler ve açığa vurdukları duygular bizimkilerle çelişen kimseleri sabırla karşılama, müsâmaha’dır. Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre’ye göre: „Eşitlik (müsâvat) kavramının İslâm-dışı bir kavram olması ve Kur-ân’da bulunmaması gibi, hoşgörü (müsâmaha) kavramı da Kur-ân’da ve tesbit edebildiğim kadarıyla hadîsler’de de yer almamaktadır. Her iki kavram da batı hıristiyan medeniyetine has paradigmalar, yâni düşünce kalıplarıdır“. Gerçekten de hoşgörü İslam dışı bir olgu mu? Biz Anadolu insanı olarak o zaman Mevlana’yı, Yunus Emre’yi ve daha nice saygın Anadolu bilgelerini batı medeniyetleri karşısında hangi öğretileriyle, hangi söylemleriyle tanıtacağız?

Yunus Emre’nin:

Elif okuduk ötürü

Pazar eyledik götürü

Yaratılışı hoş gör

Yaratandan ötürü“

dörtlügünü nasıl algılayacağız?.

Aynı şekilde Hz. Mevlana’nın aşağıdaki dizelerini nasıl yorumlayacağız?

„Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel…

Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…“.

 

Ve benzeri şekilde Hz. Ömer’in (r.a.): „Sana kötülük yapan kimseyi ona iyilik yaparak cezalandır “veya „hakikati anlayana kadar din kardeşinin davranışını iyiye yor “söylemlerini hoşgörü kavramı ile değil de nasıl yorumlayacağız?

 

Yukarıda da belirttiğim gibi bazı kesimler tarafından hoşgörü kavramının yabancı kaynaklı olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşe karşı ben sayın Ömer Aslan’ın şu cümlesiyle cevap vermek istiyorum: „Aslında kaynağı insanı ve fitri olan bu olguyu karşılayacak şekilde müsâmaha ve hoşgörü gibi kelimelerin kullanılması onların kavramsal çerçevesinin yerli kültürler tarafından şekillendiğini göstermektedir “. Oysa sadece tasavvufi kesimlerde değil, aynı zamanda eski Türk edebiyatlarında da hoşgörü kavramına rastlanmaktadır: Mahşelemnâ-y-idi birinün adı, Hoş görürdi ol bilişle yâdı“ (İslamın Mesnevisi, bk. Ömer Aslan). Yani tanıdık olan ile yabancı birinin eşit tutulmasını anlatmaktadır bu söylem.

 

Hoşgörünün ne olduğu noktasına aslında hoşgörünün ne olmadığından yola çıkıldığında daha kolay varılabilir. Eğer biz insanların davranışlarına veyahut tercihlerine aldırmıyorsak, onlara mani olmuyorsak, onları görmezlikten geliyorsak, biz bu durumda sadece kayıtsız kalıyoruz demektir. Bu elbette hoşgörülü olmak değildir. Hoşgörü göstermek aslında bizim için, yanı hoşgörü gösteren için, daima mutluluk veren bir ruh hali de değildir aslında. Yani hoşgörülecek bir durumun veya fiilin bizim isteklerimizin, beklentilerimizin dışında bir durum da olabilir, hatta bizi biraz gerebilir de. Hoşgörü sadece özgürce konuşma ve davranma da değildir. Günümüzde hoşgörü ve tolerans kavramlarını eş anlamda kullanıyoruz. Halbuki bunlar birbirinin aynı değillerdir. „Tolerans kavramında; hoşa gitmeyen hususları sindirme, tahammül, umursamazlık, metanet gibi anlamların bulunduğunu hatırlatarak bunun, hoşgörü kavramıyla karıştırılmamasının altını çizmek isteriz“ (Ömer Aslan).

Peki, eğer hoşgördüğümüz şeyin kesin yanlış bir fiil olduğunu bildiğimiz halde ona izin vermek doğrumudur?

Burada bir ikilem, bir paradoks varmış gibi gözükmektedir? Bu konuda Voltaire’in „Söylediklerinizden nefret ediyorum, ancak onları söyleyebilme hakkınızı savunmak için hayatımı vermeye hazırım! “ söylemi yukarıdaki hoşgörü ikilemini çözmeye yardımcı olacaktır.  Bu söylem, özgür düşünce savunusunun yanı sıra, toplumsal çeşitliliğin, toplumsal uyuma kıyasla önceliğini de beraberinde getirmektedir. „Bunu senden hiç beklemiyordum “veya „Bunu sana hiç yakıştıramadım “benzeri söylemler dahi, kişinin hoşgörü ortamından ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Yazar Orhan Pamuk, rahmetli gazeteci Hrant Dink gibi, toplumun büyük çoğunluğu ile aykırı düşünenlerin fikirlerini sevmesek de hatta onlardan nefret etsek de çeşitlilik adına, düşüncelerini söyleyebilmeleri için uygun toplumsal ortamların oluşmasına katkıda bulunmamız gereklidir. İşte hoşgörü budur.

Peki hoşgörü sınırsız mıdır?

Elbette sınırsız bir hoşgörü yaklaşımı zamanla hoşgörü ortamının kaybolmasına yol açacaktır. Bu nedenle Karl Popper’in söylemiyle „sınırsız hoşgörüyü, hoşgörüşsüz olanlara da kesintisiz gösterirsek, hoşgörünün zamanla kaybolmasına fırsat vermiş olacağız “Hoşgörülü bir toplumu bunların saldırısına karşı savunmaz isek hoşgörü ortamı zamanla ortadan kalkacaktır. Bu anlamda rahmetli Hrant Dink’i sözde Ermeni soykırımı hakkında söylediklerinden dolayı kınasam da aynı Hrant Dink’in Fransa hükümetinin konuyla ilgi çıkarttığı yasa karşısında „demokrasi adına olumsuz bir karar “diyerek karşı çıkması takdirimi kazanmıştır. Bu nedenle hoşgörülü olana ancak hoşgörüyle yaklaşmak yakışır.  Aynı demokrasilerde olduğu gibi, demokrat olmayanlara, demokrasiyi kendi hayallerindeki rejimlere ulaşmak için kullanmak isteyen anti-demokratlara da sınırsız hoşgörü göstermede dikkatli davranmalıyız.

 Günümüzde hoşgörünün önemi

Günümüzde sınırların yok oluşu, ulaşımın kolaylığı ve bundan dolayı eskiye nazaran çok daha kısa sürede çok uluslu toplumların oluşması ve gündelik hayatımızda bile birçok değişik ırk, din ve cinsten insanlarla beraber yaşamaya mecbur kaldığımızı düşünürsek, dinler ötesi bir hoşgörü kavramının önemini idrak etmemiz gerekmektedir. Sürekli olarak hoşgörülü olmayı nasihat etmek yerine niçin hoşgörülü olamadığımızı sorgulayabilen insanlara ihtiyacımız var. Artık kendi fikriyatımız, kendi inanışlarımız ve anlayışlarımız çerçevesine göre „iyi “insan yetiştirmeye çalışmaktan vazgeçip, soru sormaya çalışan, kendi fikriyatını özgürce savunabilen ve aynı zamanda başkalarının fikriyatına karşı hoşgörüyle yaklaşabilen insanlar yetiştirmeliyiz. Önümüzdeki yüzyılda dünyayı, bilmediğini bilmeyenler değil, sadece inanan ve itaat edenler değil, ancak soru sormasını bilen vizyon sahibi genç nesiller yönlendirecektir.

 Dr. Ali Sak
Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.