DERSİM Mİ DİYELİM, TUNCELİ Mİ?

ABONE OL
11:43 - 23/10/2020 11:43
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye, özellikle de Türkiye’nin sol kesimi saçma ve kışkırtıcı bir tartışmanın içine çekilmek isteniyor. Tartışmanın taraflarına bakınca, bu tartışmanın basit bir bilgisizlik üzerinden uzatıldığını düşünmek mümkün değil.

Evet, Dersim mi diyelim, Tunceli mi, tartışmasından söz ediyorum. Dersim ismi üzerinden bir ilericilik/gericilik saflaşması yaratılmak isteniyor. Halbuki, Tunceli ismi Cumhuriyet Devrimi’nin en yüksek yasama organı olan TBMM tarafından nasıl yasalaştırıldı ise, Osmanlı Devleti de ilk kez 1847’de Dersim Sancağı adı altında bir idari teşkilat kurmuştu.

Yani, Dersim adı üzerinden “yerel şovenizm” üretenlerin ıskaladığı veya gözlerden sakladıkları nokta, kıymetlendirdikleri Dersim isminin de coğrafi, kültürel veya tarihsel bir dayanağı olmaması, ama tersine “Pay-i Taht” tarafından uygun görülen bir isim olmasıydı.

Murat ve Peri çaylarının Fırat’la birleştiği batı ekseninden başlayarak kuzeye ve doğuya doğru her iki koldan çevrelenen toprak alanını ifade eden bölgenin adı, M.Ö. 500 yıllarında bütün Küçük Asya’yı egemenliği altına alan Pers Kralı Darius’tan dolayı “Daranis” olarak geçiyordu. Öte yandan 1. Darius’un Bestun mağarasında bulunan kitabelerinde Zuza sözcüğünün geçmesini Zazaların varlığına işaret olarak yorumlayan Nuri Dersimi gibi pek çok iddia sahibi vardı.

Gerçekte ise, Zuza kuruluşu M.Ö. 4000 yılına kadar tarihlenen dünyanın en eski kentlerinden birisiydi. Elam ve Akad uygarlıklarının başkenti konumundaki Zuza yüzlerce yıl Ortadoğu’nun her noktasına ihraç ettiği lüks tüketime dönük ürünleri ile hafızalarda yerini korurken, halen 60 binlik nüfusuyla canlılığını sürdüren dünyanın en yaşlı habitat alanlarından birisidir. Bir an için M.S. 1218’de kenti işgal eden Cengiz Han’ın askerlerinin önünden kaçan Zuza’lıların bugün tartıştığımız bölgeye yerleştiğini kabul etsek bile, bu muhteşem uygarlıktan hiçbir işaret, gelenek, destan vs. bulamayışımızı nasıl yorumlayacağız?

Ancak, bölgeye gene Moğol saldırıları nedeniyle bir göç olduğu da doğrudur. Fakat bu yaklaşık 23 yıl sonra 1231’de, Harzemşah devletinin son sultanı Celalettin Harzemşah’ın maiyeti ile birlikte Moğol takibinden kurtulmak için Ovacık’ta, bugün Torunoba olarak bilinen yerleşim bölgesine sığınması olayıdır. Celalettin Harzemşah Moğolların intikam almasından korkan aşiretler tarafından öldürülse de maiyetinin bölgeyi terk etmediğini biliyoruz.

Öte yandan, Der (kapı) sim (gümüş) tamlaması üzerinden Dersim ismini açıklayarak bölgesel kimliği özgünleştirmeye kalkışan iddialar da var. Ancak, gene önce Nuri Dersimi’nin ve sonrasında çeşitli derecelerden bölücülerin itibar ettiği bu gerekçe, 19. yüzyıldan önce neden kimsenin bu tanımı kullanmayı akıl edemediği sorusu bir yana, dil açısından da sorunludur. Çünkü, Kürtçe “der” olan kapı, Zazaca “ber” ve gene Kürtçe “zvî” olan gümüş, Zazaca “sêm”. Yani, nerden baksan tutarsızlık!

Dersim üzerinde yürütülen isim tartışmasında akıl dışı bir zorlama örnek de Ermeni şovenistleri tarafından geliyor. Türk kanı içmenin ibadet olduğunu düşünen Andranik’in anılarına ve Kevork Halacyan’ın “Dersim Ermenilerinin Etnografyası” gibi tamamen şoven-milliyetçi politik hedeflerin emrinde yazılan eserlere göre bir Ermeni rahibi olan Ter Simon bölgenin Ermeni halkını Müslümanlığa geçerek hayatta kalmaya ikna etmişti. Halkın bu rahibe olan sevgisi bölgeye Dersim isminin verilmesi ile ölümsüzleştirilmişti. Son dönemde, örneğin “misyoner etnolog” Hranuş Haratyan gibi sözde akademisyenler tarafından da kullanılan bu hikâyenin adresi aslında kimliksizleşme anaforu yaratmak olarak adlandırılabilir.

Halbuki, bu bölgeye özel bir isim verilmesi için herhangi bir neden yoktur. Verimli topraklara ve bol su kaynaklarına sahip olan, bugünkü Çemişgezek ilçesi yüzlerce yıl bölgenin ticari ve siyasi merkezi olmuştur.

Dolayısı ile, bir isim söz konusu ise bu, Çemişgezek beyliği tarihe kaydedilmiştir. Nitekim, Şah İsmail’in Erzincan’daki halifesi Nur Ali Sultan kendilerine katılmaları için davet yaptığında Çemişgezek beyi Hacı Rüstem’in makamını bırakıp Tebriz’e Şah’ın sarayına gittiğini biliyoruz.

Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferi sonrasında ise, ilk kez Osmanlı idari teşkilatına bağlı Çemişgezek merkezli Mazgirt, Keban, Ovacık, Pülümür, Palu, Hozat, Pertek’i içine alan geniş bir alanda sancak idaresi kurulmuştur. Teşkilatın adı da Çemişgezek Sancağı’dır.

Yavuz’un bölgedeki Kızılbaşların katledilmesi karşılığında Hacı Rüstem Bey’in oğlu Pîr Hüseyin’in idaresine verdiği Çemişgezek Sancağı’nda, Tanzimat Fermanı’na kadar olağanüstü bir gelişme görülmez. Ancak, devlet idaresinin yeniden düzenlenmesi çalışmalarına bağlı olarak, 1847’de yani, Abdülmecid döneminde önce Diyarbekir Eyaleti yeniden teşkilatlandırılmış ardından, Harput ayrı bir eyalet haline getirilerek, Dersim Sancağı oluşturulmuştur.

Osmanlı devletinin verdiği ismi Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği isme karşı savunmayı ilericilik, kimliğe sahip çıkma vs. gibi saçmalıklarla gerekçelendirmek ancak cahillerin ve/veya dezenformasyon ile toplumsal direnç oluşturmak amacı güdenlerin işi olabilir.

Tunceli kökenli arkadaşlarımızın bir an önce bu aymazlığa karşı çıkarak topraklarının ve kimliklerinin istismar edilmesini önlemelerini umuyorum.

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.