CARMEN’İN BÜYÜLÜ DÜNYASI VE “GEORGE BİZET”

ABONE OL
17:42 - 08/04/2022 17:42
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best
Carmen operasını kim bilmez?
 Bilmeyen varsa, hayatını bir kez daha sorgulasın derim…
George Bizet…
Ünlü Carmen operasının bestecisi…
 Paris’li…
 1838 yılında, Paris yakınlarında dünyaya geldi.
 Hayatını müzik öğretmenliğiyle kazanan bir anne ve baba…
Notaların hiç eksik olmadığı bu evde büyüdü.
 Duygu dünyasını hep müzik seslerinin sihirli gücü etkisine almıştı.
Evlerinden piyano sesi hiç eksik olmuyordu.
 Daha dünyayı bile algılayacak yaşta değilken, parmakları kıvrak bir akışla piyanonun tuşları üzerinde dolaşıyor ve sihirli notalar ortalığa dökülüyordu.
 Büyüdükçe yeni tutkuları ortaya çıktı:
Roman, öykü ve şiir…
Delicesine okuyordu.
İçini bir korku sardı:
Acaba yoğun kitap okuma duygusu, onu müzikten soğutabilir miydi?
 Telaş içinde ne kadar kitabı varsa, gizli kapaklı yerlere sakladı.
Kitaptan hiç kopmadı ama, şimdi yaşamının önemli bir kesimini müzik dolduruyordu.
 Bir süre sonra bu harika çocuğun yeteneklerini, sanat yönüyle zengin Paris’in ünlü sanatçıları da duymaya başladı. Pek çok yetenekli müzisyen ona özel dersler vermek istiyordu.
 Hatta bunlardan biri, sırf George Bizet’e ders verebilmek için erken emekli bile olmuştu.
 Artık Bizet, bir tutkunun peşine düşmüştü.
 Ailesinin desteğiyle Konservatuara gitti.
 Bu okulda sevdiği sanatta daha da derinleşti.
 Artık besteler de yapıyordu.
 Ve gün geldi içini bir tutku sardı:
Roma’ya gitmek…
Sanatı bir de orada görmek ve kenti içinden yaşarken müziği derinden algılamak…
 Yürüyerek gitmekti hedefi.
 “Yol uzun” demedi.
 Mevsim kıştı…
Bot bile kullanmadı…
Günlerce yaya yürüyerek, ayakları patlasa gece gündüz demedi, dağların üzerinden aşarak, Fransa-İtalya sınırını geçti.
 1858 yılının Ocak ayında Roma’ya ulaştı.
O zamanlar daha 19 yaşında gencecik bir delikanlıydı.
Roma’da bir yaşam kurdu kendine. Mutluydu.
 Son derece esprili bir kişiliği vardı.
Roma’da bulunduğu günlerde bir yarışmaya katıldı. Bu yarışmada dini içerikli besteler yarışacaktı.
Ancak o; dini bir hava taşımayan, derhal insanda gülme duyguları yaratan bir eserle yarışmaya katıldı.
Derhal, yarışmadan atıldı.
Yüzü parlak ve cilalı gibiydi.
 Saçları kumral, burnu uzun ve sivri, yüzü cilalanmış gibi parlaktı…
Burnunun üzerine yerleştirmiş gözlükleri ince tel çerçeveliydi.
 Parmakları piyano çalmak üzere yaratılmış gibi kıvrak, piyano çalışı kusursuz ölçüde mükemmeldi.
 Paris’e geri döndüğünde, ardı ardına üzücü olaylarla karşılaştı.
Önce canı kadar sevdiği annesini yitirdi.
 Ödüllerden aldığı paralar, yavaş yavaş suyunu çekti.
 Para kazanması gerekiyordu.
 Ama nasıl?
 Daha eğlenceli, piyasaya dönük besteler yapmaya ve bunları satmaya başladı.
Müzikten para kazanan kimilerinin sıradan siparişlerine müzik beste yaparak, oralardan gelen paralarla geçiniyordu.
 Bir ara kendini toparlar gibi oldu ve ardı ardına operalar bestelemeye başladı.
Önce “İnci Avcıları”, “Perthli Güzel Kız” ve başkaları…
Artık eserleri tutmaya ve o da para kazanmaya başlamıştı.
Yarışmalara giriyordu sık sık ve kimi zaman yitiriyordu.
 Yitirdiği her yarışma, kalbine vurulmuş bir kırbaç gibi acı etkiler bırakıyordu.
 Sanki bir uğursuzluk dolaşıyordu çevresinde.
 Bu arada ardı ardına hastalıklar yakasına yapıştı.
Önce kronik enfeksiyon; ardından kalp rahatsızlığı; derken eklemleri baştan aşağı saran romatizma…
Hasta olan Bizet, bir ara baba evine döndü.
 Babasının yeni taşındığı evin yakınında bir kızla tanıştı.
Acaba o onun büyülü dünyasında bir imgeye dönüşmüş olan Carmen’miydi?
 Kim bilir, belki…
Kıza yaklaşamadı ve sonradan tanıştığı başka bir kızla evlendi.
 Mutlu olmak istiyordu; ancak hayır…
Hiç beklenmedik bir anda Prusya Fransa’ya saldırdı ve Paris tehlikeye düştü.
 Pek çok sanatçı ve aydın, Paris’i terk edip kaçtı.
Ancak Bizet Paris’te kaldı ve yurdunu savunmayı tercih etti.
 Her savaş ardından büyük toplumsal yıkımlar getiriyor, bireyler savaşın getirdiği şiddetin ve yokluğun etkisiyle sağlığı bozulmuş olarak savaştan çıkıyordu.
 Eşi savaşın etkisiyle ruh sağlığını yitirmişti. Yine de aile yaşama tutunmaya çalışıyorlardı.
Her şeye karşın Bizet, ardı ardına besteler yapıyordu:
“Camilia”; “Arlesli Kız” ve çok sayıda süit beste…
Ve Larlessienne…
Ama onun aklında hep biri vardı:
Belki yaşanmış bir gerçekti o!
 Belki bir düştü…
 Ancak o gerçek ya da düş olan imge; onu derinden etkiliyordu;
 Carmen…
Kendi imgesini, geçmişte kalan bir buruk aşk öyküsünde yaratmış, ulaşamadıklarını yürek atışları ortasında sanki bir düşe yöneltmişti.
 Bu duygular altında o sihirli parmaklar, nice tuşlara ve notalara gidip geliyordu.
 O artık düş dünyasındaki gerçek aşkını, Carmen’i yaratmıştı…
Bu bir dönüm noktasıydı onun yaşamında.
 Yeri geldiğinde söz dinlemez, öğütlere uymazdı.
Boğaz enfeksiyonu bir yandan, romatizma ve kalp öte yandan…
Sen Nehri’ne giriyor, yüzüyor; ancak bu keyifli anlar daha sonra boğazında, eklemlerinde ve kalbinde derin olumsuz etkiler bırakarak kendine geri dönüyordu.
 Ve 3 Haziran 1875
 Ardı ardına gelen kalp krizleri, işte bu tarihte, bu duygusal ve çılgın müzisyeni sevdiklerinden koparıverdi…
Ardında Carmen’i ve daha nice öksüz besteyi kimsesiz bırakarak…
Prof. Dr. Kemal Arı

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.