BİZ BİZE

ABONE OL
11:20 - 14/10/2022 11:20
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Biz, birinci kişi zamiri ben sözcüğünün çoğuludur. Biz bize, yabancı bir kişi bulunmadan en az iki kişinin bir araya gelmesi. Bu, konuşma amacı veya birlikte yemeğe gitme olabilir.

Aynı düşüncede olan insanlar kurdukları dernek, parti ve vakıflarda biz kavramı ile dayanışma içinde bir amaç uğrunda çalışırlar.

Doktor hastasına bugün nasılız, daha iyi görünüyoruz, deyince kendisini de hasta ile birlikte olduğunu, empatisini gösterir.

Bizim, kişi zamiri biz sözcüğünün iyelik zamiri almış biçimi, sosyal medyada çok kullanılıyor. Kendisi mutsuz ise seksen beş milyon adına konuşuyor, yazıyor. Bizim insanımız okumaz, derken tüm ülkede yaşayan insanları kasteder.

Bu grup bana bu konuda yazmamı teşvik etti. Kendini işin içine kattığı gibi, bana sormadan benim adıma yazıyor.

Bu nedenle, okumadan düşünmeden sadece yazanı tanıdığımız için beğenmemeliyiz. Bilhassa alıntılarda emeğe saygı gösterip, isim yazmıyorsa, ben şahsen okumuyorum.

Tanınmış şahsiyetlerin sözleriyle beğeni toplamak isteyenlere de itibar etmemeli. Sosyal medya herkese gazeteci, fotoğrafçı ve yazar olma şansı veriyor. İyi kullanmak yirmi birinci yüzyılda insanlığa verilmiş çok faydalı bir şanstır

Berlin’de orta öğretim yapan okullarda sosyal medya kullanma, Hayat ve Sosyal Bilgisi derslerinde konu olarak işleniyor. Biz öğretmenler, Öğretmenler Günü kutlarken sosyal medya kullanma ders konusu olmasını önermeliyiz.

Google bizi bizden daha çok tanıyor, derken internet kullanmayanlar tanımın dışında kalıyor.

Köylerde yeni evli çiftler anne babasının yanında benim hanım, eşim demez, bizimki derdi. Kişi zamiri biz sözcüğünün ilgi zamiri ki ekini almış biçimi.

Ben sözüne vurgu yapmamak için bazı insanlar, kendisinden bahsederken biz derler. Halbuki Türkçe’de ben cümle içinde geçer. Diğer BATI dillerinde cümle ben veya biz kelimeleriyle başlar.

Krallar, halkın üst tabakasını temsil eden kişiler de ben yerine biz diyerek konuşurlar.

Çağımızda bile bize bizden başka dost olmaz, Türk’e Türk’ten başka dost olmaz, gibi sözleri köşe yazılarında dahi okuyorum.

İstatistiklerde sayıların gücüne inanıyorum. Merak ediyorum, kaç Alman ve diğer ülkelerde akraba Avrupalılar var?

Almanya’da başaran ikinci nesil, Türk ve Türk asıllı Almanların arkasında, destekleyen iyi Alman ve akraba Almanlar vardır.

Akşamları veli toplantım olduğu zaman çocuklarımı yalnız bırakmayan, ben gelene kadar bekleyen Alman komşularım vardı.

Almanya’da yaşadığı halde, kafa düşüncesinde sınırı aşamamış insan veya insanlar olabilir. Bir dernekte o dernek başkanı olamaz, Alman soyadı var, diyen birisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşta ölen Türk olmayan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlere de bizim evladımız, dediği sözünü örnek alamaz. Böyle bir durumda o şahsın dernekte üyeliğine derhal son verilmelidir.

Ekim ayında sinemada gösterime giren rejisör Cem Kaya’nın

Liebe, D-Mark und Tod, Aşk, D-Mark ve Ölüm filmi bizim tarihimizi anlatıyor. Yani Almanya’da konuk işçilerin altmış yılın tarihini özetlemeyi becermiş bir rejisör.

İkinci ve üçüncü neslin yazdığı fevkalâde kitapların üstüne bu film tuzu biberi oldu. İşçi istendi, ama insanlar geldi, sözünü özetliyor. Henüz izlemedim, ama film hakkında çok olumlu yorumlar dinledim, okudum.

Almanya tarihinde noksan kalmış, yok sayılmış bir dönemi anlatıyor. Bir resim bin söze bedeldir, Alman atasözü yerini buluyor.

Filmin Türkiye’de de gösterilmesi çok önemli. Orada da yüzeysel kalmış, ciddiye alınmamış bir zaman tarihi var. Her iki ülkede çoğunluk toplumu aydınlatılmalıdır. Tarih bugünü anlamamızı sağlar, geleceğe yol gösterir.

Altmış yıl önce krizlerde döviz havaleleriyle yardım eden konuk işçiler Türkiye’de Almancı gurbetçi sözleriyle anılıyordu. Acıma, hor görme ve küçük düşürme görülürken, bugün kıskanılan bir grup oluşturuyorlar. Kıskançlık negatif bir duygudur. Biz kavramını parçalar ve düşmanlık duygusuna yer verir.

Çok ciddi gazetelerde bile Türkiye’de Avrupalı Türkler üzerine, biz kavramının karşıtı onlar hakkında genelleme, dışlama etkileyen makaleler yazılması oldukça üzücü. Avrupa’da yaşayan üçüncü ve dördüncü nesil için çok kötü bir gelişmedir.

Bu satırları yazarken önümde DIE ZEIT gazetesinde Sibel Kekilli’nin yazdığı bir makale var. Bizim kendi kafamız var, başlığıyla bütün kadınlar adına yazıyor.

Çağımızda hâlâ başörtü konu olmamalıydı. İran’da gelişen durum, kadınların kendi karar vermelerine engel oluyor.

İslâm cemiyeti zoraki ait olma, böylece bazı halk gruplarını veya bireyleri baskı altına alma amacıyla biz kavramı kullanmamalıdır, örneğin kadınları.

Halbuki bugün çözülmesi gereken başörtüsünden daha önemli sorunlarla karşı karşıyayız. Ukrayna-Rusya savaşı Avrupa’da barış dengesini yerinden oynattı.

Avrupa Birliği ticari amaçla kuruldu. Ama genişleme sürecinde ilk amaç, ülkelerin birbirleriyle savaş yapmaması öne çıkmıştı. Savaşlar uzakta iken, silah satmada bir sakınca görmeyen Avrupa, yetmiş yıldan sonra kapısında savaşı yaşıyor. Avrupa Birliği biz kavramında birleşme sorunu yaşıyor. Sağ yönlü partilerin yükselmesi, demokrasiye güveni sarsıyor.

Duvar yıkılıp iki Almanya birleştiği 1990 yılında bir veli toplantısında bir anne, işini Doğu Almanya’dan gelenlere verildiği için kaybetmişti. Öğretmenim duvar Biz Türklerin üstüne yıkıldı, demişti. Benim yazdığım makalelerden bu söz yayılmıştır. Daha başka söyleyenler de olmuş olabilir.

Bu sene iki Almanya’nın otuz ikinci yılı kutlanırken Federal Almanya Meclis Başkanı Bärbel Bas, açılış konuşmasında, birlikten kuvvet doğar. Biz demokrasiye karşı birlikte hareket etmeliyiz, dedi. Bu biz kavramında altmış yıl sonra ilk defa Almanya’nın bir göç ülkesi olduğuna vurgu yaptı. Almanya’nın gelişmesinde emeği geçen, ailesinde göç hikâyesi olan vatandaşlar da biz kavramının içinde yer aldı.

O halde biz kavramı iki veya daha çok insanı birleştirir. İnsana yalnız olmadığını anlatır. Bir elin nesi var, iki elin sesi vardır.

Biz derken kimi veya kimleri anlatmak istediğimizi açık olarak dile getirmeliyiz.

Bizimle, gazetemizde yazılarımızı okuyarak hoşça kalın!

 

Mutlaka okunması gereken tavsiye makaleler:

DIE ZEIT, No: 40, 29.09.2022:

Georg Seesslen, Unverschämte Freiheit, s. 54

Sibel Kekilli, Wir haben unseren eigenen Kopf, s. 60

 

 

 

 

 

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.