BEN SENİ UNUTMAK İÇİN SEVMEDİM

ABONE OL
11:26 - 23/10/2020 11:26
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Gülüm,

Sen aramızdan tam bir yıl önce ayrıldın. 8 Temmuz 2020. Ben o günden beri senin hayalinle ve hatıralarınla yaşıyorum. İşten döndüğüm zaman, kapıya her geldiğimde senin kapının arkasında beni bekliyor olduğunu ve bana hoş geldin bey, buyurun diyeceğini ümit ediyorum. O heyecanla açıyorum kapıyı ama arkasında sen yoksun. Önüme bomboş bir hol açılıyor. Belki oturma odasındadır, belki de mutfaktadır diye dalıyorum içeriye, oralarda da yoksun. 46 yıllık alışkanlık birden unutulmuyor ki gülüm.

“Zamanla alışacaksın unutacaksın” diyorlar, güya teselli ediyorlar, alışmak, unutmak ne mümkün. Sonra ben unutmak istemiyorum ki…Neden unutayım ki…

 

“Ben seni unutmak için sevmedim
Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim
Bekledim sabah akşam yollarını
Ölmek istedim bir türlü ölmedim

Aşk bu mu sevda bu mu hayat bu mu
Kalp acı dünya hüzün göz yaş dolu

Şimdi sen kim bilir nerelerdesin

Gelir gecelerden koşarak sesin
Bana en acı haber kiminlesin
Adını içimden hala silmedim”

Bu şarkı bizim şarkımızdı. Unutmak ihanettir. Ben sana nasıl ihanet ederim ki…

Gülüm, İmam -Hatip Lisesi’nden sınıf arkadaşım olan Mithat Ekici gelmişti seni uğurladıktan sonra Denizli’de eve. Aldı beni “biraz dolaşalım” dedi. Ornaz Vadisi’ne götürdü. Yeni yapılmış. Çok güzel bir park. Bir demlik çay istedi. Ornaz Vadisi’nin o hafiften püfür püfür esen rüzgarında serinlerken, vadiye nazır yudumladık çaylarımızı. Zaman zaman buraya gelir, vadide kuşlar tarafından verilen açık hava konserleriyle kendine gelirmiş Mithat. Mithat çerez de almış bir miktar. Biraz suskunluk iyi geldi ikimize de, çayı yudumlarken dertleştik. Dertliydi hem de çok dertliydi Mithat. Konuşurken dudakları titriyor gözleri doluyordu, o da 3 yıl önce (2016) eşini kaybetmiş.
Hayat hikayesini kısaca anlattıktan sonra, bana döndü ve dedi ki; “Zamanla unutacaksın derler sana, sakın inanma onlara, zaman geçtikçe özlem, acı ve arayış daha da artıyor, hayat çekilmez hale geliyor, üç sene oldu ben eşimi uğurlayalı, onu hâlâ unutamadım, herhalde dördüncü ve sonraki senelerde bu acı devam edecek ve bütün benliğimi saracak.”

Evet Gülüm, Mithat doğru söylemiş. İlk günlerde gelenler gidenler, akrabalar, çocuklar herkes evdeydi, arkadaşlarımız da benimleydi, sağ olsunlar acımı paylaştılar, yemeklerimi bile pişirip getirdiler, topluca eve geldiler birlikte yedik yemekleri, evimizi temizlediler, camları sildiler, dualar ettiler. Zeynep hanım, Bedriye ve Gül hanımlar, Cengiz ve eşi bizleri yalnız bırakmadılar. Komşumuz Emine ise her akşam zili çalıyor ve elinde bir tabakla içeriye giriyor ve bizimle beraber sohbet ediyordu, Zülfikar da kahve pişirerek sohbeti hatırlı hale getiriyordu.

Ancak Gülüm, sonra yavaş yavaş ayaklar kesilmeye başladı, daha sonra da herkes çekildi ve sadece Emine kaldı geriye. Hakikatli kızmış Emine.

Onlara da hak vermek lazım, herkesin işi gücü var, kendi hayatları var. Her gün bize gelecek değiller ya.  Şimdi Zülfikar’la birlikte yalnızlığımızı paylaşıyoruz. O da olmasa ne yapacakmışım bilmem…

Gülüm, ev işlerini ben yapıyorum, ancak ütüyü beceremiyorum, ya iz bırakıyorum ya da yakıyorum. Zamanla alışacağım ona da. Alışverişi hiç beceremem bilirsin. Yine, pazarda ne var yoksa hepsini alıp getiriyorum. Az almasını bir türlü beceremiyorum. Sen de yoksun ki, “Ah iyen ah, ne yapacaksın bu kadar domatesi, patlıcanı, üzümü…”  diye birisi ikaz etsin beni…

Sonra geçiyorum mutfağa, senin yaptığın kadar lezzetli olmasa da yapıyorum yemeği, bilirsin elim yatkındır. Ancak iki kişilik yemek yapmayı bir türlü beceremiyorum, nedense hep fazla pişiriyorum. Ertesi güne kalan yemeği yemezdik ya biz, bilesin ki şimdi onu da yemeye başladık, fazla yapınca dökmek olmuyor ki Gülüm.

 

Seni ebedi istiratgâhına uğurladıktan sonra, Denizli dar geldi bize. Çocuklarla birlikte biraz uzaklaşmak istedik oradan. Önce Ankara’ya uğradık. Bir rehber eşliğinde Ankara’yı gezdik. Hacı Bayram Veli, Anıtkabir, Tacettin Dergâhı, Birinci Meclis, Ankara Kalesi, İlahiyat Fakültesi, Kızılay, Ulus, Anadolu Medeniyetler Müzesi vd.

Sonra Şaban Ali Düzgün bizi villasında misafir etti. İlhami Güler öğle yemeğinde ağırladı. Mehmet Akif Koç ise, aldı arabasına bizi karış karış Ankara’yı dolaştırdı, hem de gece. Ankara’nın altını üstüne getirdik. Sonra da gecenin 12’ sinde Çukurambar’da künefe yedik. Hayri Kırbaşoğlu ile otogarda ancak ayaküstü sohbet edebildik. Hasan Onat ve M. Said Hatipoğlu Hocam’la görüşemedik. İsrafil Balcı ile Samsun’da görüştük, sonradan Mustafa genç de katıldı bize. Mehmet Azimli ile de görüşemedik, seyahate çıkmış yine. Hepsi taziyelerini bildirdiler, senin için dua ettiler. Allah dualarını kabul eylesin. Üzüntüleri her hallerinden belliydi.

Sonra, Ankara’dan Karadeniz’e yelken açtık. Ordu’da Serdarlarda kaldık.  Düğünleri varmış, biz de katıldık düğüne. Eğlence içimi kararttı. Düğün devam ederken ben Giresun’a kadar gittim geldim. Fikri Emanet Hoca ile görüştüm. Topal Osman’ın mezarını ziyaret ettim. Tarih kitaplarında ölümüyle ilgili çelişkili bilgiler olduğunu, işin doğrusunu bir türlü öğrenemediğimizi, söyledim ve kendisini kimin öldürdüğünü sordum, ‘Otur bakalım şuraya.’ dedi ve uzun uzun anlattı…

Ertesi gün Ordu’dan ayrıldık. Yine Şamata Tur’dan bir minibüs kiraladık, bir de rehber tutarak seninle birlikte dolaştığımız her yere gittik. Giresun üzerinden Trabzon’a, Rize’ye, oradan Artvin’e… Erzurum’a kadar gidecektik ama olmadı. Artvin’de Çoruh nehri üzerinde kurulan Deriner Barajı’nın kenarında balık yemiştik. Yemekten sonra Hureyre rahatsızlandı. Balık mı zehirledi yoksa başka bir durum mu var bilemedik, geriye Borçka’ya geldik. Hastanede Hureyre’yi tedavi ettirdik. Sonra da Rize’ye döndük.

Niğmet kızımız Rize’de bize sahip çıktı. Köyünde misafir etti. Annesi ve kardeşleriyle birlikte bir hafta geçirdik orada. Hep birlikte senin hatıralarını yad ettik, dertleştik. Niğmet, seninle birlikte geçirdiği günleri, son yaptığınız Paris gezisini, dernek çalışmalarınızı hatırlattı. “Güzel hatıralardı onlar, hocam niçin bizi erkenden bırakıp gittin” diyerek de hayıflandı, göz yaşı döktük, acılarımız tazelendi. Sonra bir süre sustuk.

Seninle yaptığımız gezilerde çocuklarımız yanımızda değildi. Bu gezimizde de çocuklarımız vardı, sen yoksun. Kader denilen şey bu olsa gerek. Hiçbir şey tamam olmuyor, mutlaka bir eksiği olabiliyor.

Gülüm, Karadeniz anılarımı tazeledim ama, sensiz yaptığımız bu gezi gerçekten benim içimi acıttı.  Çocukların yanında dik durmam gerekiyor, aynı zamanda acımı da yaşamam gerekiyor. Her baktığım yerde sen vardın. Sümela’da, Aydar yaylasında, Uzungöl’de, Zilkale’de, Artvin’de…her yerde. Sanki senin izinden yürüyor gibiydik.

Dönüşte Denizli’de fazla kalamadık. Çocukların zamanı yoktu, seninle vedalaştık ve hemen döndük Berlin’e. O gece ev bana dar geldi. Yatamadım odada, yattığım zaman da uyuyamadım. 46 sene sonra yatak odasında yapayalnızdım, evet yapayalnız. O ilk geceyi hiçbir zaman hatırlamak istemiyorum. Kâbus gibi çökmüştü üstüme duvarlar.

Sabah çocuklar kahvaltıyı hazırlamışlar, kaldırdılar beni. Kendileri teselliye muhtaç iken beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Bu minval üzere bir hafta kadar yanımda kaldılar. Sonra da bavullarını topladılar uçup gittiler, ben arkalarından bakakaldım çaresiz. Zülfikar’la ikimiz kalakaldık koca Berlin’de yapayalnız. Ne yediğimiz yemek yemek oldu, ne de içtiğimiz su su oldu. Biliyor musun birbirimizle konuşamıyorduk, göz göze gelmek bile istemiyorduk. Hemen gözlerimiz doluyor, seslerimiz titriyordu. O annesini ve ben de can yoldaşımı kaybetmiştim…

Gülüm, aradan tam bir yıl geçti. Türk Eğitim Derneği’nin kadın kolları ve 25 yıl görev yaptığın Vakıf Camii’ndeki öğrencilerin seni hatırlamışlar, unutmamışlar. Anma programı düzenlediler dernekte. Seni hayırla yad ettiler, hatıralarını anlattılar, seni unutmadıklarını söylediler, “Sen bize sadece Kur’an öğretmedin, dini bilgileri öğretmedin; sen bize hayatı öğrettin hocam” dediler. Dualar ettiler senin için, hepsi ikramlar hazırlamışlar getirmişler evlerinden… Bir daha gıpta ettim sana, ne kadar da çok seviliyormuşsun meğer, kıskandım…

Şule Hanım, Sultan Hanım, Fatma Hanım dualar ettiler. Zeynep hanım da bir konuşma yaptı o gün. O konuşmayı seninle paylaşmak istiyorum:

“Türk Eğitim Derneği Kadın Kollarının kıymetli üyeleri, hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Fatma hocamız tam bir sene önce aramızdan ayrıldı. Bugün hem Fatma hocamızı yaptıklarıyla hatırlamak, hem de onun için dua etmek maksadıyla buradayız. Hoş geldiniz.

Fatma hocamız, 1956 yılında Denizli’de doğdu, evliydi ve 3 çocuk annesiydi. 1988 yılında Berlin’e geldi. Millî Görüşe ait olan Vakıf Camii’nde ve İslami İlimler Okulu’nda 25 yıl hocalık yaptı. Yüzlerce öğrenci yetiştirdi.

Millî Görüş’ün bölge başkanı değişince buradaki görevine son verildi. Bu anlamsız hareket onun çok ağırına gitti. O günü hatırladıkça gözlerinden yaşlar süzülürdü. Ama öğrencileri onu o da öğrencilerini hiçbir zaman terk etmedi.

Fatma hocamız daha sonra hizmetine, Türk Eğitim Derneği’nde devam etti. Türk Eğitim Derneği’nin kadın kollarını kurdu. Bu görevinde iken çok sevdiği, bize de çok sevmemiz gerektiğini söylediği Rabb’ine yürüdü ve aramızdan ayrıldı. Genç denecek yaşta aramızdan ayrılması hepimizi ziyadesiyle üzdü.

O bizim sadece hocamız değildi, anamızdı, kardeşimizdi ve arkadaşımızdı. O bizi Kur’an’la tanıştıran kişiydi. O bize Kur’an’ın sadece yüzünden okunmasını öğretmedi, anlamamız için de gayret sarf etti. Onun sayesinde Kur’an’ın bizim için ne kadar önemli bir kitap olduğunu öğrendik. Allah’ın buyruklarının ne olduğunu bilmez iken, Fatma hocamızdan “Allah şöyle buyuruyor” demesini öğrendik. Kur’an’ın sadece çeyiz sandığımızda olmaması gerektiğini ondan öğrendik biz. Fatma Hocam bizim ibadetlerimize de anlam kazandırdı. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad olsun.

Fatma Hocamız sayesinde el becerilerimizi geliştirdik, örgüler ördük, mutfak kültürümüzü zenginleştirdik, Anadolu mutfağını tanıdık, giyim kuşamımız hakkında, misafirin kabulü, misafire yapılması gereken ikramlar, misafiri yolculamak gibi konularda hep tavsiyelerde bulunurdu bize. Görgü kuralları konusunda özel dersler yaptık onunla. Genç kızlarımıza evliliğe hazırlık dersleri verdi, alışveriş yapma, yemek pişirme kursları verdi onlara.

Bilgi ve görgümüz artsın diye geziler düzenledi. Bu geziler sayesinde, köyümüzden ve Berlin’den başka yerlerin de olduğunu öğrendik. Gezilerde bizimle arkadaş gibi olurdu. O bizim aynı zamanda ablamızdı. Gurur ve kibir gibi sıfatlar ondan uzak sıfatlardı.

Son geziyi Paris’e düzenlemişti. Paris gezisinden döndükten sonra mide kanseri teşhisi konulan Fatma hocamız, 6 ay sonra 8 Temmuz günü hastalığa yenik düştü ve Hakk’ın rahmetine kavuştu.

 

Kendisini rahmetle anıyoruz. Ve yaptıkları bu güzel işlerin şahidiyiz. O’nun yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. O’nu hep tebessümüyle güler yüzüyle hatırlayacağız.

 

Ama o şimdi aramızda yok, bir daha dönmemek üzere ayrıldı. Ama bize miraslar bıraktı. Bize düşen O’nun mirasına sahip çıkmak ve O’ndan öğrendiklerimizi bizden sonrakilere aktarmaktır. Salı günleri yaptığımız toplantıları devam ettirmektir.

Fatma Hocam, sen rahat uyu mezarında. Huzurla kal, biz emanetini yere düşürmeyeceğiz. Gözün arkada kalmasın.

Allah’ım Sen Fatma Hoca’mıza rahmetinle- merhametinle muamele eyle. Biz şahitlik ederiz ki; o çok iyi bir insandı, Allah’ım şahitliğimizi kabul eyle. Onun varsa günahları onları hayra tebdil eyle. O’nu Peygamberimize komşu eyle. O’nun orada da yüzünü hep güldür.

Ey Allah’ım, bizler aciz insanlarız, bizi bize bırakma, bizleri nefsimize uydurma, Kur’an’ın rehberliğinde yürüyelim, çocuklarımızı da her türlü kötülüklerden muhafaza eyle. Nefsimize esir olmayalım. Bu dünyadan iman ile göçmeyi bizlere nasip eyle.

Özellikle Fatma Hoca’mızın ve bütün geçmişlerimizin ruhu için el- Fatiha”.

Rüştü KAM

 

 

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.