BATI TARAKYA TÜRKLERİ’NE REVA GÖRÜLEN İŞKENCE

ABONE OL
11:26 - 23/10/2020 11:26
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BATI TARAKYA TÜRKLERİ’NE AVRUPA BİRLİĞİ (AB) ÜYESİ OLAN YUNANİSTAN TARAFINDAN REVA GÖRÜLEN İŞKENCE

-Bunları biliyor muydunuz-

On günlük bir gezi için Batı Trakya’daydım. Soydaşlarımızı, dindaşlarımızı ziyaret etmek amacıyla gittim oraya. Rodop Dağları’nın eteğine inci gibi sıra sıra dizilmiş Batı Trakya Türkleri’nin yaşadığı köylere gittim. Tabiat bütün cömertliğiyle Batı Trakya Türklerinin önünde diz çökmüş sanki. Ancak, tabiatın bu cömertliği o insanların mutlu olmalarına yetmemiş.

Samimi, içten, Pırıl pırıl insanların yaşadığı bir coğrafya Batı Trakya. Gelişmemiş. Çağın getirdiği nimetlerden nasibini maalesef alamamış bu güzel coğrafya. Bu coğrafyanın insanı çok acı çekmiş ve çok bedel ödemiş. Tanıdığınız bir isim yoksa onlara söyleyeceğiniz veya güvenilir isimlerden referans verememişseniz o insanlara, şüphe ile yaklaşıyorlar ve konuşmuyorlar sizinle.

İlaç almak için eczane sordum börekçinin önünde oturan insanlara. Hep beraber yardımcı olmak için hareketlendiler, sonra içlerinden birine, “haydi beraber gidiverin eczaneye” diyerek görev verdiler. Birkaç sokak ilerideki eczaneye ulaştık. Kuyruk vardı koronadan dolayı eczanenin önünde. Bana nereden gelip nereye gittiğimi sordu refakatçi kişi. Ben de İsmim Rüştü Kam Denizliliyim ve gazeteciyim, dedim… Telaşlandı, şöyle bir etrafına bakındı ve “Ben seni buraya kadar getirdim sonrasını sen halledersin” dedi ve hızlıca yanımdan ayrıldı. Kim bilir neler ile tehdit edilerek bu hale getirildiler o zavallı insanlar…

8 gün kaldım Batı Trakya’da. Rahim bey dolaştırdı beni arabasıyla Yaka Köylerinde, Dağ Köylerinde. Ova Köylerine gittiğimiz de oldu. Köylülerle, yerel yöneticilerle, imamlarla ve öğretmenlerle, dernek yöneticileriyle görüştük, sohbet ettik, kahve içtik. Onlarda çay içme adeti yok. Kahve içiyorlar. Osmanlı geleneği. Çay içmek isterseniz sallama çay içmek zorundasınız. Demleme çay belli bazı yerlerde var. Türk Gençler Birliği gibi…

Batı Trakya ile ilgili uzunca bir yazı dizisi hazırlayacağım ve yaptığım röportajlarla birlikte resimlerle MOCCA Dergisi’nde sizlerle paylaşacağım. Bu yazımla konuya sadece bir giriş yapmak istedim.

Önce Yunanistan ile ilgili kısa bir malumat

Yunanistan 1821 tarihinde devlet olmuş. O tarihe kadar hiç devlet olmamış. İlk kralı bir Alman. Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlayan Rusya, İngiltere ve Fransa Yunanistan’ı yönetecek kralı da tespit etmişler ve dışarıdan ithal ettikleri bir kralı, Bavyera Prensi’ni (Otto von Bayern) Birinci Otto adı ile Yunanistan tahtına oturtmuşlar.

Nüfusu 10 milyon Yunanistan’ın. Türk azınlığın nüfusu 150.000. Pomak, Makedon ve Roman nüfus da yaşıyor. Toplamda 700 bin de Müslüman yaşıyor Yunanistan’da. Resmi dili Yunanca. Demokrasi(!)ile yönetilen bir din devleti.

Dahası da var. Yunanistan Demokrasi’nin de doğum yeri. Demos, “kentte yaşayan halk” anlamına gelmekte iken, kratos “yöneten iktidar” anlamına gelmektedir. Yani uygulamanın kendisi Yunanistan’da ortaya çıktığı gibi kelimenin kökeni de yine Yunan kültürünün eseridir. (Tanilli, 2012:8)

Tanilli’ye göre antik Yunanistan’ın modern dünyaya hediyeleri tabii olarak demokrasi ile sınırlı değildir; oligarşi, monarşi, aristokrasi, demagoji, tiranlık gibi kavramlar da yine aynı dönemde kurumsallaşan ve yüzyıllar boyunca kullanılan kavramlar olacaktır. (2012:9)

Demokrasi denildiğinde ilk olarak akla; seçim, oy, partiler, siyasi katılım, özgür bir muhalefet gibi kavramlar gelir. Çünkü halka, bunlar demokrasi denen mekanizmanın temel parçaları olarak anlatılmıştır. Hâlâ da böyle anlatılır.

Ancak hiçbir zaman Yunan demokrasisinde olduğu gibi diğer demokrasilerde de demokrasi “kısmi bir demokrasi” veya “azınlığın demokrasisi” olmaktan öteye geçememiştir. Eski Yunan’da yabancıların, kadınların ve özellikle de kölelerin siyasi haklardan mahrum bırakıldığı herkesçe malumdur.

Milattan önce tanrılarının gücünü arkalarına alarak halkın karşısına çıkan demokratlar (!), milattan sonra da kilisenin gücünü alarak halkın karşısına çıkmışlardır. Günümüz dünyasında durum eskisinden farklı değildir. Evanjeliklerin yönettiği Amerika ile Katoliklerin, Ortodoksların yönettiği Rusya ve Avrupa Birliği ülkelerinin demokrasi adına yaptıkları haksızlıklar, işgaller, katliamlar yabancımız değildir.

21.Yüzyılda Kilisenin gücünü arkasına alan devletlerin başında gelir Yunanistan. Yunanistan’ın demokrasinin adının telaffuz edilmeğe başlandığı dönemde halka yaptıklarıyla bugün yaptıklarının arasında hiç fark yoktur. Tek fark köleliğin şekil değiştirmiş olması ve kadınların da seçimlere katılmasıdır.

Kilise, yaptığı o kadar katliamlara rağmen Ortaçağ’da sahip olduğu gücünü hiçbir zaman kaybetmemiştir. Kilisenin, Ortaçağ boyunca keyfi ve despotik uygulamalarıyla sebep

olduğu hak ihlalleri, acılar, göz yaşları, yıkımlar ve katliamlar, ne yazık ki bugün de aynı şekilde devam etmektedir.

Evet 21. Yüzyıldayız. 21. Yüzyıl, insanlık tarihi boyunca elde edilen tecrübelerle insanlığın mutluluğuna mutluluk katacağı yüzyıl olmalıydı.

Batı Trakya’da demokrasi

Demokrasi denilen o aygıt nemenem bir şey ise Batı Trakya’ya hiç uğramamış. Dün olduğu gibi bugün de yine güçlüler iktidarda. Kilise yine arkalarında. Avrupa Birliği ülkeleri tarafından beslenip semirtiliyorlar, sırtları onlar tarafından sıvazlanıyor.  Sonra da yaramaz çocuk olarak takdim ediliyor.  Bırakın biz onu hallederiz şeklindeki beylik laflarla, yaptıkları hukuk dışı uygulamalar sümen altı ediliyor.

Evet, 150.000 Türk yaşıyor Batı Trakya’da. Hakları Atina Antlaşması ve Lozan Antlaşması tarafından garanti altına alınmış insanlar bunlar. Bu antlaşmalar kâğıt üzerinde aynen duruyor. Demokrasinin doğum yeri olan Yunanistan’da bu hakların uygulanmaması gibi bir düşüncenin asla akla gelmemesi gerekirken, maalesef kazın ayağı öyle değil.

Yunanistan 1821 de kurulmuş. Atina Antlaşması 1913 yılında imzalanmış ve imzalandığı gibi öylece kalmış. Kapağını bile açan olmamış antlaşmaların. Lozan Antlaşması da 1923 tarihinde imzalanmış onu da hayata geçiren olmamış. Azınlıklar yok sayılmış. Demokrasinin doğum yeri olan Yunan devleti yapmış bunu. Hatta ‘Batı Trakya’da Türk yok Müslüman var !’ diyecek kadar da ileri gidilmiş.

Sanki Yunanistan’da yaşayan Türk Azınlık yokmuş gibi davranılmış. Görmezden gelinmiş Türkler. Yunanistan onları yok farz ederken zaman zaman Türkiye’nin de onları unuttuğu olmuş.

Azınlık’ın temsilcisi olan Türkler mücadele etmişler, hak arayışına çıkmışlar. Çıkmışlar ama, kafasını kim çıkardıysa siperden, hemen oracıkta tesirsiz hale getirilmişler. Dr. Sadık Ahmet bunlardan biri.

Türk Azınlık, antlaşmalardan doğan haklarına bir türlü kavuşamamışlar; devlet memuru olamamışlar, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmamış, en pis işlerde çalışmaya mahkûm edilmişler, gayrimenkulleri çeşitli bahanelerle ellerinden alınmış, ev yapmalarına müsaade edilmemiş, Avrupa Birliği Fonlarından istifade edememişler, göçe zorlanmışlar, Yunanistan üniversitelerine alınmamışlar, ülke dışında üniversite okuyanlara da denklik verilmemiş, Türk gazetecilere basın kartı verilmemiş… vb.

Demokratik bir devletin kendi halkına yaptığı bu işkenceler, 1997 yılına kadar devam etmiş. 1997 yılında yapılan düzenlemeyle Türk öğrenciler Yunan Üniversitelerine alınmaya başlanmış, ancak bir fakülteye bir Türk öğrenci girebilirmiş. Aynı fakülteye aynı sene ikinci bir Türk öğrenci alınmazmış. Bu haksız uygulama halen devam etmekteymiş. Yunanistan’ın dışında başka ülkelerde üniversite okuyup ülkesine dönenlere de denklik verilmemesi için akıl almaz yöntemler uygulanırmış.

Dostluk ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Çiğdem Asafoğlu ve Yassıköy Belediye Başkanı Önder Mümin üniversiteyi Yunanistan’da okuyanlardan.

Azınlık ortaokulu ve lisesi açılmasına müsaade edilmiyormuş. Ekonomik olarak azınlıkların önü kapatılıyormuş. Tütünden ve kirazdan başka alternatif ürün yetiştirmelerine müsaade edilmiyormuş.

Bu durumda işsiz kalan Azınlıklar göç ediyorlarmış. Dolayısıyla nüfus azalıyormuş, göçe paralel olarak ilk okullar kapatılıyormuş. Kapatılan ilk okullar da öğrenci sayısı artsa bile tekrar açılmıyormuş.

Azınlığın temsilcileri Parlamentoya girmesinler diye, %3 seçim barajı konulmuş. Bu baraj aynı zamanda bağımsız adaylar için de geçerli imiş.

Osmanlıdan azınlığa miras kalan vakıf mallarına da bir nevi el konulmuş. Azınlıklarla ilgili antlaşmalara rağmen, vakıf başkanı Yunan devleti tarafından atanmış. Vakıfları borçlandırarak Türklerin elinden almak istiyorlarmış. Vakfın şu anda 3.5 milyon Euro borcu görünüyormuş. Gaye vakfı icraya vererek vakıf mallarını Türklerin elinden almakmış.

Atina ve Lozan Antlaşmalarına göre Türkler tarafından seçilmesi gereken Müftüleri de devlet atamış. Şu anda Gümülcine ve İskeçe’de bir seçilmiş, bir de atanmış Müftü var. Bu hukuksuzluk AİHM’ye taşınmış Batı Trakya Türkleri tarafından ve mahkeme kararı bozmuş. Ancak Yunan devleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin bu kararını tanımadığını ilan etmiş ve uygulamıyormuş.

Bu manzaralar demokrasinin doğum yeri olan Yunanistan’dan. Yunanistan Avrupa Birliği Üyesi…! Ağızlarını açtıklarında Demokrasi diye bağırıp çağırıyorlar. Demokrasinin ayakta kalabilmesi için kurulan AİHM’nin kararını tanımıyorum ben diyor o mahkemeyi kuran iradenin üyesi ve uygulamıyor. Kendi aldığı kararı uygulamıyor. Evlere şenlik. Varın gerisini siz düşünün…

Rüştü KAM

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.