BAŞKANLIK DEMOKRASİYİ YOK SAYMAKTIR…

ABONE OL
11:51 - 23/10/2020 11:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 BAŞKANLIK DEMOKRASİYİ YOK SAYMAKTIR…



Her şeyin bir çarkın ortasında tıkanıp kaldığı bir ortamda, ısrarla başkanlık istemek neden? Parlamenter sistemde bile toplumun sesinin yansıtılmadığı bir meclisin yok sayılmasıdır bunun adı. Başkanlık sisteminin ülkeye fayda değil zarar getireceğini buradan söylemek birilerini mutlu etmeyecek biliyorum. Bir ülkede akıl ve bilim tehdit altındaysa, bilim adamı, sanatçı, akademisyen, yazarçizer, gazeteci korkarak yaşıyorsa, siz orada demokrasiden söz edemezsiniz. Demokrasi insan hak ve özgürlüklerini teminat altına almak demektir, demokrasi insanın düşüncelerini başkalarıyla özgürce paylaşması demektir, demokrasi ülkeyi yönetenleri zamanı geldiğinde eleştirme hakkına sahip olmak demektir. Sizin eleştirme hakkına tahammül etmenizde demokrasinin bir parçası değil mi? Ama olmayan sözde kalan bir anlayışta bunu aramak mümkün değil. Akıl bilim sanat sanatçı ve tüm çağdaş değerler tehdit altındaysa, o ülke üçüncü bir ülke olmaktan öteye geçemez. Elbette eleştirinin içeriğindeki sözler tartışılır ve maksadını aşan nitelikte barışı zedeleyen bölüştürücü bir yanı varsa. Uyarının dozu bu kadar öfkeye dönüşmemeli. Ülkenin hızla sürüklenmekte olduğu siyasal tıkanmadan çıkarılması adına birlikte neler yapılabilir, ülke bütünlüğünün korunmasını gerektiren eleştirileri dinlemek, çözüm arayışları nedir bunu görmek demokrasinin gereği de bu değil mi? Siyaset ve yönetim tarzında konuşma üslubunun eleştiri sınırlarına gelmesi konusunda ülkeyi yönetenlerin daha biçimli olmaları, millete karşı saygının gerektirdiği sözde değil özde bir demokraside vardır. Şimdi yeni bir anayasa ve başkanlık isteyenler, bir öz eleştiri ya da bu tarzlarından fedakârlık yapabilecekler mi? Başkanlık modelinin bir otoriter sistem anlayışına dönüşmeyeceğini nasıl taahhüt edebilirler merak ediyorum. Korkuların yaşandığı bir gösteride, kin ve öfke kültürünün yansımalarının yaşanmayacağı konusunda umutlu değilim.

Hitlere 1933 yılında her türlü kanun yapma yetkisi verildiğinde, Almanya yaşayacağı felaketi de onaylıyordu. Rusya’ya teslim olmanın bedelini ağır ödedi Almanya. Fransa’da 14′ Lui ” kanun benim” dediğinde. Dünyaya demokrasi ve laikliği hediye eden Fransa, Hitler gibi kendisini tek adam ilan eden Lui’nin  Narsis duygularına teslim oluyordu. Bu gün bunun pek çok örneklerini verebiliriz. Tarihe baktığımızda diktatörler hepsi de kendi kendilerini yok etmişler, ama asıl geride bıraktıkları enkazı halkın nasıl temizleyeceğini düşünmemişler. Hükmettikleri toplumlara baktığımızda, eğitim, bilim, sanat, kültür ve aydınlık bir gelecekten tüm gerçeklerden uzak
kendi kendini bile yönetebilecek durumda olmayan, hatta hiç bir şeyi sorgulama cesareti dahi olmayan bir halk olduğunu görmek mümkün. 

Buna ”SÜRÜ GÜDÜLMÜŞ KORKU TOPLUMU” demek daha doğru olacak. JOSEPT GOEBBELS Hitlerin en yakın akıl hocası ve yardımcısıydı. Hitler onun dediği her şeyi düşünmeden yapan bir diktatördü ” vicdansız satın alınmış paraya teslim olmuş bir medya ile, bilinçsiz bir halk yarata biliriz,  sürekli yalan söyleyin ve sonra inkâr edin mutlaka size inanan bir halk vardır”  Goebbels’in dedikleri şimdi ülkemizde yaşanmıyor mu? ADOLF HİTLER, JOSEF STALİN, MAO ZEODUNG, KİM-İL SUNG, SADDAM HÜSEYİN, HUMEYNİ, FRANCİSCA FRANCO, POL POT, BENİTA MUSSOLİNİ, NİKOLAY ÇAVUŞESKU, AYETULLAH HUMEYNİ, UGARTE PİNOCHET, ROBERTA MUGABE. Bu gün hala unutulmayan ve tarihin akışını değiştiren diktatörler. Hepsi de bunu yaptı geride yıkım enkaz bıraktılar.

Başkanlık hayaliyle gelecek diktatörlüğün vereceği güç, halkçı reformlar, dini ve milliyetçilik nutukları atarak kampanyalar düzenleyerek iktidarı sağlamlaştırmak. Asker sayısını azaltarak gizli polis örgütü kurmak, düşünen yazan konuşan sanatçı bilim adamı aydın. Kendisi gibi düşünmeyen konuşmayan her düşüncenin içinde olanlara karşı düşmanca yaklaşmak, çalışmalarını yasaklamak, 
sindirmek yıldırmak, tek adam siyaset anlayışı budur bana göre. Her Başkanda ya da Diktatör de kendini beğenmişlik, başkalarının duygularına kayıtsız kalma, sadece kendini düşünme olarak tanımlanan NARSİSİN özellikleri vardır. Her şeyi bildiklerine inandıkları için kimseye ihtiyaç duymazlar. Tıpkı Josept Goebbels’in dediği gibi, ” konuş yalan söyle bağır çağır elini masaya vur öfkeyle korku sal, mutlaka sana inanan seni dinleyen birileri vardır” bugün baktığımızda aynı özellikleri görmek mümkün. Yani başkan hep konuşur ama başkaları onu hep sessizce dinler, toplumları karşısına alarak konuşmaktan zevk alırlar. Özellikle eleştiriye aşırı tepki gösterirler. Başkalarını çok iyi kullanırlar. İnsanlara değer vermezler. Zenginlik, başarı, güç, ihtişam, ilgilerini çeker. Kendilerine hayran kitlesi oluştururlar. Kıskançlık en belirgin özellikleridir. Kurumsal imkânları egoları ve kişisel güçleri için kullanırlar. Övgüden hoşlanırlar, alışık oldukları gösteriden beslenemedikleri zaman ortaya vahim sonuçlar çıkar. Bir ülkenin başına bu anlayışta birinin geçmesi felakettir! Bugün Türkiye parlamenter sistemden, adına Başkanlık denilen bir sisteme alıştırılmaya çalışılıyor. Başkanlık ve diktatörlük tek adam anlayışı, siz burada çağdaş laik aydınlık bir ülke bütünlüğünü barındıran, özde dolaysız bir demokrasinin resmini göre biliyor musunuz?

AKIL BİLİM DİN…

Atatürk’ün miras olarak bıraktığı akıl ve bilim değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan bir Türkiye. Şu gerçek tabloya bakın, Halkın inanç saygınlığının siyasete alet edilerek kullanılması ne kadar vahim sonuçlar doğuracak kimse bunun farkında değil. Almanya da 70 bin sağlık kurumuna karşılık 8 kilise var. Fransa’da 60 bin hastaneye karşılık 9 bin kilise var. Batı’da uygar ülkelerde insanlar, inanç ve siyaset arasında bir tercihe zorlanmıyorlar. Ama bugün Türkiye’de ne korkunç bir tablo. 7 bin sağlık kurumu varken, buna karşılık 100 bine yakın cami var. Kimse kimseye dinsel baskı yapamaz, bu kul ile Allah arasındadır, Ama biz akıl ve bilim değerlerinden uzaklaşarak din üzerinden insan duygularını farklı kanallara çevirip siyaset yapmakta dünyada sanırım üstümüze yok. Şimdi tüm bilimsel değerlerimizi yok edip ahirete yatırım yapıyoruz. Başkanlık ya da otoriter bir sistemin ülke için nasıl bir felaketin habercisi olduğunu hala kabul edemiyoruz.
Yeni bir anayasa yapılsın iyi güzel de, halka hala nasıl bir anayasa olacak, ya da yeni bir anayasa neden bu kadar gerekli?  En önemlisi de kimin için bu anayasa isteniyor?  Parlamenter sistemden ayrılmış bir yönetim biçimi kargaşa getirir felaket getirir. Siz çok sesli özde dolaysız çağdaş anlayıştan kopartılmış bir sistemi. Başkanlık ya da dikta yönetime tek adamlığa teslim ederseniz bunun sonuçlarına nasıl katlanacaksınız acaba?
Cumhuriyet ülkesinde adı külliye diye anılan yerde şimdi tarihin çağdaş değerlerini değil, Osmanlı’yı görmek insanın canını acıtıyor, cumhuriyetin sembolü cumhurbaşkanlığı külliyesi. (RTE) ” İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenecek herkes, bu dinin bir sahibi var” diyor. Ama din saygınlığında siyaset yapmak tehlikelidir, din bir kişinin sahiplenmesi değil, inananlar için sadece tanrıya olan bağlılığın bir göstergesidir. Laik, cumhuriyet, aydınlık, bilim, eğitim, değil. Asıl önemli olan Müslüman dindar ümmetçi bir gençlik yetiştirmek istenen bu bana göre. Bu sözler onların söylediği açıklamalar. ”Türk Arap sız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Türk onun hem sağ gözüdür, hem de sağ eli” (RTE) nin sözleri bunlar. Bu nasıl bir açıklamadır ki aydınlık çağdaş bir ülkenin. Orta Doğunun demokrasisi olmayan bir kabile anlayışının içinde yer almasını ister? Akıl ve bilimden uzakta kalmanın getireceği sonuç, felaketin adı bana göre.

NEDEN YENİ BİR ANAYASA ?… 

Yeni anayasa da akıl, bilim, eğitim, sanat, kültürel değerler hepsinden önemlisi, insan hak ve özgürlükleri çağdaş laik düşünce değerleri olacak mı? Atatürk olacak mı? Başkan ya da otoriter bir yönetim anlayışı, tüm ülkenin geleceği adına tek karar veren kişi olacak, İstediği zaman yargıya meclise müdahale edebilecek, tek başına savaş yetkisi bile alabilecek, istediği kişiyi ülkenin idaresinde en kritik yerlere atayabilecek, NİETZSCHE’ nin dediği gibi ” korku toplumu” yaratılmış olacak. ” eğer bir millet iktidarda bulunan kişilerin şereften, onurdan, ahlaktan, yoksun sözlerini davranışlarını, hırsızlığını, yalnızca kendi siyasi görünüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemlerini yitirmiştir. Erdemlerini yitirmiş bir millet, bir gün vatanını yitirir”. NİCCOLA MACHİAVELLİ böyle demiş. Bu gerçeği iyi kavrayamazsak bir gün ”MİTOZASYON” (bölünme) kaçınılmaz olur. Başkaları bu güzel ülkeyi parçalamaya çalışırken, biz kendi içimizde bölünmeyi onlardan önce başarmış oluruz. Yeni bir anayasa yapmakta ısrar edenler, 12 Eylül anayasasının izlerini silmek istediklerini vurguluyorlar, tamam yeni bir anayasa yapılsın ve halkın görüşüne sunulsun, ama halk neye niçin neden oy verecek her seçimde olduğu gibi bunu da gözleri kapalı oylayacak. Özellikle anayasanın ilk dört maddesinin asla değiştirilemez olduğu ilkesi unutulmamalı. Her defasında insan hak ve özgürlüklerinden dem vuranlar inandırıcı olmalı, kimse düşüncesinden dolayı yargılanmamalı hapsedilmemeli, sanatçı gazeteci yazar bilim adamı ülkede hak ettiği saygınlığı görmeli. Yeni bir anayasa parlamenter sistemin tüm saygınlığını korumalı. Tek bir kişi için değil, toplumun geleceğini koruyan güçte bir anayasa hazırlanmalı ve özellikle halkla paylaşılmalı anlatılmalı bilgilendirilmeli tüm bireyler. Asıl önemli olansa muhalefet partilerinin bakışı. CHP özellikle bu konuda daha etkin olmalı bana göre, diğer partilerin inandırıcılığını kaybettiğini düşünüyorum. Bugün 57 Müslüman ülkenin hepsi de bir biriyle kavgalı. Orta Doğu da yaşananlara bakınca, Türkiye bu karanlığın ortasına çekilmek isteniyor, ama birileri nasılsa bunun farkında değil. Yanı başımızda yaşanan bu korkunç tehlikenin hala farkında değiliz ve biz hala Anayasa ve Başkanlık diye tutturmuşuz bataklığın ortasına sürükleniyoruz. Yanlış siyaset beceriksiz tutarsız bir yönetim anlayışı. Türkiye’yi yönetenler Orta Doğuda yaşananları iyi analiz ederek bu karanlığa ülkeyi sokmamak için daha etkin bir politika yürütmeliler. Kişisel hırslara ülkeyi kurban etmek demek, o karanlığın ortasından bataklıktan bir daha çıkamamak demektir. Orta Doğuda biçimlenmesi zor bir savaş var. Türkiye bu savaşın içine sürüklenmemeli. Türkiye’yi bu bataklığa çekmek isteyenlerin oyunlarına alet olmamalı. Bu gerçeği görmek, ülkeyi yönetenlerin Orta Doğu politikalarını tekrar gözden geçirmeleri demektir.
Bugün Güney Doğu da yaşananlar, yanlış sürdürülen politikaların ürünü değil mi? Türk kimliğini yok etmeye çalışan bir zihniyet, ortaya çıkan acı tabloda hala sessiz ve suçlayıcı olmaktan öte, asıl gizlenen gerçeklerin bile nasıl paylaşılacağının farkında değil. Güney Doğu da devam eden ve gittikçe yayılan çatışmaların yarattığı tehlike göz ardı edilmemeli. Kişisel siyasi kimlik hesapları yapmak felaketin adı olacaktır. Daha fazla ölümlerin yaşanmaması için kalıcı bir barışın sağlanması adına yapılacak çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Dünyanın endişeyle seyrettiği ülke olmaktan çok, saygınlık kazanmış bir ülke olmak tek dileğim. Bunu da başarabilmek için karanlıklarda değil, aydınlığın, eğitim, bilim, akıl, çağdaş düşünce anlayışının içinde aramakla sağlamış olacağız.
Yazımı yazdığım sırada İstanbul da ve tüm dünyada yaşanan terörü şiddetle kınıyorum, keşke bu gün sisteme hâkim olanlar. Kimlik siyasetinden çok insan hayatının onurunun canının, insanca yaşamın getirdiği değerlerin farkına olsalar. Benim hayalim, parçalanan bölünen karanlıklara bürünen bir ülke değil. Tüm özgürlüklerin yaşanır olduğu bir ülke resmi görmek. 

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.