ATATÜRK’ÜN GİZLİ VASİYETİ …

ABONE OL
16:18 - 14/03/2021 16:18
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Bütün dünyanın Müslümanları! Allâh’ın son peygamberi Hazreti Muhammet (sav)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli! Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli! İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”(Prof.Dr.Hanif Fauk)

 

Birinci Dünya Savaşı’nda taraflar İttifak Devletleri ve İtilaf Devletleri olarak ikiye ayrılmıştır. Osmanlı Devleti İttifak Devletleri tarafında yer almıştır. İttifak Devletleri; Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan ve İtalya’dır. İlk başta İttifak devletleri içerisinde yer alan İtalya, daha sonra tarafsız olacağını dile getirmesine rağmen 1915 yılında İtilaf devletleri yanında savaşa dâhil olmuştur. İtalya’nın bu tutumu sonrasında Birinci Dünya Savaşı’nın seyri değişmiştir.

Diğer bir taraf olan İtilaf Devletleri ise daha kalabalık bir ülkeler topluluğudur. İtilaf Devletleri arasında yer alan devletler şunlardır; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika, Sırbistan, İtalya, Romanya, Portekiz, Japonya, Brezilya, Yunanistan, ABD. Birinci Dünya Savaşı başladığında tarafsız olan ABD 1917 yılına gelindiğinde savaşa dâhil olmuştur. İtilaf devletleri yanında savaşa dâhil olan ABD, savaşın tüm seyrini değiştirmesinin yanı sıra sonunun da hızlanmasına neden olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı imparatorluklar ve krallıklar devrinin bitişini hızlandırdı. Sonrasında ulus devletler kurulmaya başlandı. Avrupa ve Asya’da yer alan tüm devletlerin dengeleri bozuldu. Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya parçalanmaya başlandı. Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan adında yeni yeni devletler kuruldu.

Ulus devletlerin kurulması konusunda söz sahibi olanlar kendilerini savaşın galipleri olarak ilan edenlerdi. ABD, Birleşik Krallık, Sovyetler ve Fransa. Bu ülkeler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerinin topraklarını işgal ederek 75 milyon insanın ölmesine sebep olan ülkelerdir. Kendi aralarındaki düşmanlıklara rağmen hepsinin ortak düşmanı, Osmanlı İmparatorluğu’dur.

Bu ülkelerin hepsi Hristiyan’dır. Osmanlı ise Müslüman. Kendi aralarındaki savaşlar bitince ortak düşmanlarına yöneldiler. Osmanlı İmparatorluğu’na. Osmanlı toprakları, kendilerinin savaşı kazananlar olduğunu söyleyen ülkeler tarafından pay edildi.  Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı, son olarak gösterdiği olağanüstü performansla, ağır bedeller ödeyerek Anadolu’yu elinde tutmayı başardı.

Böylelikle kurtlar sofrasına oturmaya hak kazandı. Lozan Antlaşması’nda (24 Temmuz 1923) , İmparatorluktan geriye elinde kalan topraklarda, Osmanlı’nın devamı olacak olan bir devletin kurulması hakkını elde etti. Bu devlet Anadolu’da varlığını devam ettirecekti. Elinde kalan bir kısım toprak da Avrupa kıtasındaydı. Orası da devletin sınırları içine alındı. Parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan topraklarda da sınırları cetvelle çizilen yeni yeni ulus devletler kuruldu.

1923 yılından sonra Osmanlı İmparatorluğu varlığını Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile devam ettirmeye başladı. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı oldu. Başbakan da ismet İnönü. Müzakereler için Lozan’a gidildi. Orada neler konuşuldu ise konuşuldu, onlar tam olarak bilinmiyor. Lozan’ın gizli maddeleri var deniyor ama o maddelerin neler olduğu halk tarafından bilinmiyor. Bilenler de söylemiyorlar veya söyleyemiyorlar.

Lozan sonrası uygulamalardan anladığımız kadarıyla, ‘saltanatın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi’ bu gizli antlaşmaların içindedir.  

Kurtuluş savaşından sonraki Atatürk

 O kadar ki Lozan Antlaşması’ndan sonra bir kesim tarafından Atatürk’ün faziletlerinden bahsedilirken başka bir kesim onu yerin dibine batırıyordu. Atatürk’ü yüceltenler, onu ilahlaştırmışlardı. Neredeyse ona tapıyorlardı. Mesela:

“1930’lu yıllarda Behçet Kemal Çağlar “Atatürk Mevlidi” yazarken, Tekin Alp takma ismini kullanan Moiz Kohen de “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yazmıştı. Aynen şöyle:

Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset dasitanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allahın en sevgili kulu olduğuna, kalbimin bütün hulûsiyle şehadet eylerim.”

İçinde Atatürk öldüğü için Dolmabahçe Sarayı’nı “Kâbe” ilan etmekten çekinmeyen şair de vardı. Edip Ayel: Ay yıldızı aldık da senin üstüne sardık/ Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık? “Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,
“Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
“Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,
“Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.”
“Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi,
“Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî
“Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
“İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”

Behçet Kemal, Edip Ayel’den geri kalmak istememiş olmalı ki, aynı makamdan devam etmiş:
“Kaç yıldır Türkçeydi Tanrı’nın dili/ İnsana ne ilâh, ne de sevgili,
“Ne de ana-baba aratıyordu/ Her an yaratıyor, yaratıyordu.”

Evet bir furya başlamıştı. Nerede duracağı belli olmayan anlamsız bir furya başlamıştı. Bu yarışta Halil Bedii de vardı:
“Tanrı gibi görünüyor her yerde/ Topraklarda, denizlerde, göklerde;
“Gönül tapar, kendisinden geçer de/ Hangi yana göz bakarsa: Atatürk.”

Meşrutiyette Kemalettin Kâmi olan adını “Türklük aşkına” Kemalettin Kamu olarak değiştiren şair, mısralardan inşa ettiği bir merdivenle milletvekilliğine çıkmak istiyordu:
“Burada erdi Mûsâ/ Burada uçtu İsa,
“Bülbül burada varsa, Hürriyet için öter,
“Ne örümcek, ne yosun/ Ne mûcize, ne füsun,
“Kâbe Arab’ın olsun/ Çankaya bize yeter…”

Şair Faruk Nafiz Çamlıbel de Atatürk öldükten sonra şu mısraları yazdı:
“Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil,
“Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun
“Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil
“Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!”

Yusuf Ziya Ortaç da belli ki öteki şairlerden geri kalmak istememişti, o da kervana katıldı:
“Dağların ardında sönüşü gibi,
“Millete can veren, vatan yaratan;
“Tanrı’nın göklere dönüşü gibi
“Her zaman ırkıma büyük Baş Ata’m,
“Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Ata’m!”

Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiiri:
“Bir güneş gibi yalnız/ Sen’sin ülkü tanrımız.”

Vasfi Mahir Kocatürk’den:
“Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti/ Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine.”

İlhami Bekir’den:
“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,
“Toprağın haritasını çizdi bayrağa;
“Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”

Bu yaklaşımın mirasçıları elbette Atatürk’ü bir “insan” olarak görmeyecekler, “insan” olmaktan kaynaklanan “zaaf” ların hiç birisini ona kondurmayacaklardır. (https://www.facebook.com/CemilMericFan/posts/408082399288699/Yavuz Bahadıroğlu-Vakit)

Bir kesim tarafından Atatürk ilahlaştırılırken, diğer bir kesim tarafından da Atatürk yerin dibine batırılıyordu.
Başında Atatürk’ün ve İnönü’nün bulunduğu devlet; Kur’an’ın öğrenilmesini yasaklamıştı, Tekkeler kapatılmıştı, Ezan’ın Arapça orijinali Türkçe kelimelerle okunmaya başlanmıştı. “Allah’u Ekber” diye “tekbir” getirmek yasaktı.

Daha sonra, Atatürk’ün açtığı yoldan gidenler, camileri bile yer yer depo olarak kullanıyorlardı.  Bu uygulamalardan dolayı, Atatürk’ün Deccal olduğunu söyleyenler de vardı. Mezara konulduğunda toprağın Atatürk’ü kabul etmediğini ve dışarıya attığını kabul edenler de vardı.

Aslında, kendilerini galip ilan edenler Atatürk üzerinden Türkiye’yi dizayn ediyorlardı. Müslüman Türk’ün inancıyla oynanıyordu. Yapılan buydu. Bu çalışmalarında, başarılı da oldular. Bu çalışmalardan sonra Türkiye toplumu, Atatürk’ü sevenler ve sevmeyenler olmak üzere ikiye bölündü. Atatürk’ü sevenler dini ve milli hassasiyeti az olanlar veya olmayanlar, Atatürk’ü sevmeyenler dini ve milli hassasiyetleri fazla olanlar diye ikiye ayrıldılar. Son zamanlarda bir grup daha türedi, bunlar da Atatürk’ü paravan olarak kullanarak kendi çıkarları için çalışanlardır. Sahte Atatürkçüler, Kemalistler.

Atatürk gerçek anlamda halka tanıtılmadı

 Atatürk’ün bir Osmanlı paşası olduğu, eğitimini Osmanlı okullarında aldığı, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere bizzat Sultan Vahdettin tarafından İngilizlerden vize alınarak, arkadaşlarıyla birlikte yeteri kadar para ve pusatla Anadolu’ya gönderildiği anlatılmadı halkımıza. Tarih yalanlar üzerine bina edildi. Geniş bilgi için, Murat Bardakçı tarafından kaleme alınan Şahbaba kitabına başvurulabilir.

Son zamanlarda, Atatürk’ün vasiyetinin olduğu ve bu vasiyetin de gizli tutulduğu yazıldı çizildi. Halktan saklanan bir şeyler vardı. Belli ki, Lozan’ın gizli maddelerinin tamamen hayata geçirilmesi gerekiyordu. Kenan Evren’den, Atatürk’ün vasiyetinin üzerinden 50 yıl geçtiği için halka açıklanması istendi. Ancak Kenan Evren, halkın bu vasiyeti dinlemeye hazır olmadığını bahane ederek açıklamadı ve 25 yıl daha uzatıverdi açıklama süresini. (https://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/731499-kenan-evrene-ataturkun-gizli-vasiyeti-sorulsun)

 Bunlar yazıldı çizildi

 1964’te Celal Bayar Atatürk’ün vasiyetiyle ilgili nasıl; “Böyle bir olay vardır fakat Türkiye buradaki fikirlere hazır değildir” dediyse. 1988’de de Kenan Evren aynı şeyi söyledi. “Kızdığım taraf, hep birileri Türkiye ve Türk milleti adına “Türkler buna hazır değil” diyor. Ya kardeşim sen kimsin, niçin durmadan bunu deme yetkisini kendinde görüyorsun?” (Http://www.kultbilgi.com/ataturkun-gizli-vasiyeti/Aytunç Altındal)

Atatürk`ün vefat etmeden önce İslâm dünyasına mesajı

 Atatürk`ün vefatından önce Tüm Dünya Müslümanlarına yayınladığı bir de mesaj var. Urduca Yayınlarda Atatürk isimli kitapta yazıyor bu mesaj. Ankara üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi yayınları No:288, Doğu Dilleri ve edebiyatları Yayınları No:3.

Prof. Dr. Hanif Fauk tarafından kaleme alınan bu kitapta; Atatürk vefatından on beş gün evvel Dolmabahçe Sarayı’nda hasta yatarken, zamanın Hariciye Vekili ve Başbakanına, “İslâm âlemine mesaj veriyorum, bildirin” demiş. Ne yazık ki bu mesaj bildirilmemiş. Atatürk’ün dünyaya bildirilmesini istediği o mesaj aynen şöyledir:

“Bütün dünyanın Müslümanları! Allah’ın son peygamberi Hazreti Muhammet (sav)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli! Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli! İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”

(Prof. Dr. Hanif Faruk, Urduca Yayınlarında Atatürk, An. Ün. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1979, s. 102’de mevcuttur.)

Şimdi siz karar verin, gerçek Atatürk hangisidir: Atatürk’ü İlah olarak kabul edenlerin Atatürk’ü mü, Kemalistlerin olağanüstü misyonlar yüklediği Atatürk mü, halkın bir kesiminin Deccal olarak gördüğü Atatürk mü, yoksa Prof. Dr. Hanif Fauk’un kitabında tanıtılan Osmanlı Paşası Atatürk mü? Hangisi…?

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.