AĞIR EKMEK…

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bazı ekmekler “Ağır Ekmek”tir.

Bütün gece denizle boğuşup; sabah gün doğumunda iskeleye yanaşan, ağlarındaki balıkları temizleyip kasalara koyan balıkçıların, evlerine giderken aldığı;

Mesai bitiminde evindeki çocuklarına yemek pişirmek için koşturan yoğun bakım hemşiresinin torbasına koyduğu;

“Belki bir şeyleri değiştirebilirim…” diye yanlış gördüğü olayı haber yapmış; köşe yazısını yazmış, halkın düşüncesini irdeleyen, sorunlara kafa patlatmış basın emekçisinin yuvasına taşıdığı;

Bütün gün; sebze halinde kasaları bir kamyondan indirip bir diğerine yükleyen,  sırt kasları ağrıyan Mehmet’in kaldığı bekâr evine götürdüğü;

İlçe-ilçe dolaşıp, baskıdan çıkmış gazete balyalarını okuyucu ile buluşturmak için sabahın kör karanlığında yollara düşen gazete arabasının personelinin aldığı;

Madenci Süleyman’ın; sırf beyaz kalmış gözleri ile kömür hayaleti gibi siyaha bürünmüş nasırlı elleri ile koltuğunun altına sokup ısındığı;

Soğuk bir kış günü kapanmış köy yolunu açan dozerci Tevfik’in bir köy kahvesinde ısınmak için içtiği bir bardak çay, üçgen peynir ve yumurta ile katık edip yediği;

Ayşe öğretmenin; günün bütün yorgunluğuna rağmen evdeki çocuklarına ulaştırmayı görev edindiği;

Orman İşçisi Hüseyin’in derme çatma çadır evinde, talaş sobasında ısıttığı bir haftalık bazlamayı;

Kısacası;

Yüzlerce örnek ile ağır yaşam şartlarını sergileyebileceğimiz yurdum insanının vazgeçilmez besin kaynağı olan Ekmeğe biz “Ağır ekmek” deriz.

***

Türkiye’de emek gücü ile çalışan, ekmek ile yaşayan bir kesim var.

Bu yaşam biçimine layık görülen asgari değil, mecburi ücret ile aldıkları her ekmek bu sınıfa girer.

Ne zaman bir fırının önünden geçecek olsam;  ekmek için sıra bekleyenleri izlerim. Gözlerindeki endişeyi, alınlarındaki derinleşen çizgileri ve yorgun ifadeyi,   ekmeği yoğuranların, ateşin karşısında uzun tahta küreği sallayanların yaptığı için ne kadar ulvi ve değerli olduğunu düşünürüm.

Anadolu’nun küçük kasabalarında sabırla yoğurdukları sabah ekmeğini pişiren fırıncıların sessiz-sedasız, huzur veren terleyişleri etkilemiştir beni.

Zaman, zaman “Hamurkâr”a “Acele edin biraz, sabah ezanı okundu…” diye bağırmaları, namaz sonrası cemaate ekmek yetiştiremeyeceklerinden korkmaları sadece para kazanamayacakları endişesi değildir. Aksine, hizmeti tamamlayamayacakları konusundaki alışkanlıklarıdır…

Günümüzde;  odun ateşi ile ekmek pişirilen taş fırınların yerini matador ismi verilen, üç katlı pişirme üniteleri almış olsa da, hep taş fırın ekmeğini tercih etmişimdir.

***

Sofrasında ekmeği hazır bulan, yumurtanın tavuğun poposun dan çıktığını; sütün ineğin memesinden sağıldığını; hatta karpuzun ağaçta mı yoksa yerde mi yetiştiğini bilmeyen bir nesil yarattık.

Yakında bu çocuklar, yaradanı; ettikleri dua ile sofrayı donatan sihirli bir varlık olarak görmeye başlarlar ise sakın şaşırmayın. Çünkü o kesim her şeyi hazır buluyor.

Otobüs seferi koyup; evlerin doğal suyuna saat takmayı,  üç beş tane çöp konteynırı getirmeyi, köy meydanına asfalt dökmeyi önemli bir iş sayanlar;  köylerini büyükşehir’e dâhil ederek,  hizmet alacaklarını zannedenler, köyün arazilerini,  ortak bina ve mallarını belediyelere kaptıranlar, bu konuda ne kadar yanıldıklarını kısa sürede gördüler.

Çocukları taşımalı sisteme mahkûm edenler, öğretmenleri kovalayıp köyleri imamlarının ve partizan muhtarların “aydın” kişiliklerine teslim edenler; sadece Anadolu’nun kültürel gelişmesine değil, kırsalda yaşayan insanımızın kendini geliştirme hakkına da engel olmuşlar, köyden şehre göçü başlatarak ıssız köyler yaratmışlardır.

Ekmeği bile araba ile köy marketine servis ettirip; toprak fırınların dumanını çevre kirliliği ilan edenler, beden gücüne dayansa da, sarı öküzün ürettiği doğal ürünleri yasaklayıp, ithal tohuma mahkûm edenler, doğal bir beslenme bozukluğu yaratarak hastane sektörüne hizmet edenler bakalım bu vebalin altından nasıl kalkacaklar?

Ekmeğin ve doğal ürünlerimizin macerasını, harman gecelerinin unutulmaz anılarını gelecek kuşaklara çok iyi anlatmak zorundayız.  Biz bunları şimdi anlattığımızda bile tarih öncesi gibi görünsek te vazgeçmemeliyiz.

Ziyafet sofralarında “Kepekli ekmek var mı?” diye soranlar,  bugünün sıkıntılarını çeken ve evine “Ağır ekmek” taşıyanların elbette farkında bile değiller.

Düşünüyorum da, köye kaçma isteğimizin tek nedeni sadece medeniyetten sıkılmış olmamız değildir. Kaymaklı taze süte, gerçek yoğurt’a, köy tavuğuna, kirli yumurtaya, kurtlu elmaya olan hasretimizdir.

***

Köyler, gerçek anlamda bizim erzak depolarımız, yaşam kaynaklarımızdır.

Atatürk boşuna dememiş “Köylü milletin efendisidir…” diye. Ancak kendileri efendi olmak isteyenler, acaba köylülerin efendiliğini elinden alıp yok etmeye mi çalışıyorlar?

“Köy” deyimi tamamen bize has bir kavramdır.  Hiçbir Avrupa ülkesinde “köy” kavramı yoktur. “Köy”lerini kaybedenler, en güzel yerleri ellerinden çıkaranlar, şeftali bahçelerini sanayi yapanlar şimdi münasip bir yerlerine kına yakabilirler…

“Köy” olarak kalmaktan ve “Köylü” olmaktan vazgeçmeyenlere de Selam olsun.

Taner TÜMERDİRİM

[email protected]

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.