30 AĞUSTOS VE ÖTESI

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

26 Ağustos 1922 de başlayıp 30 Ağustos’tan Dumlupınar’da zaferle sonuçlanan „Büyük Taarruz “u anmak için kutlanan bir Bayram. Bu Bayram 30 Ağustos 1923 de ilk defa Afyonkarahisar ve çevre illerde kutlandı, daha sonra 1935’den bu yana da tüm yurtta kutlanmaya başlamıştı. Ne acıdır ki bu Bayram bir süredir „Askerin Bayramı “olarak kutlanmış, daha sonra mevcut siyasi irade tarafından „sivilleştirmek “amacıyla askerin elinden alınmış, valiliklerin sorumluluğuna verilmişti. Ne hikmetse daha sonraları bu Bayram kutlanmaz oldu, sadece bu Bayram mı?

Tüm milli Bayramlar artık tek tek kızağa alınıyordu. 23 Nisan Ulusal ve Egemenlik Bayramı döneminde „Kutlu Doğum Haftası “kutlanıyordu. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı döneminde „Türkçe Olimpiyatları “kutlandı. 29 Ekim Cumhuriyet bile değişik bahanelerle kutlanmamaya başlanmıştı.

 

Buyurun size örnekler:

2011: Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 23 Nisan’da Anıtkabir’de düzenlenen törenlere katılmadı. 29 Ekim’de ise dönemin Başbakanı Erdoğan, bir genelge yayımlayarak Van depremi yüzünden 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunun iptal edilmesini istedi ve kutlamalar yapılmadı. Ancak aynı gün, Gül ve Erdoğan, Zafer Çağlayan’ın oğlunun nikâh törenine katıldı.

 

2012: 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın, Ankara dışındaki illerde sadece okullarda kutlanması kararı alındı. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer adına İl Millî Eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıda çocukların “üşümeleri” gerekçe gösterildi.

 

2012: 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda ise Gül, kulak rahatsızlığı yüzünden Zafer Bayramı’nda yapılan törenlere katılmadı ve resepsiyon iptal edildi.

 

2013: 23 Nisan’da resmî bayramların statlarda kutlanması kaldırıldı. 19 Mayıs’ta ise Gençlik ve Spor Bakanlığı, Reyhanlı’daki bombalı saldırıyı sebep göstererek 19 Mayıs kutlamalarını iptal etti. Ancak saldırının olduğu akşam, Burhan Kuzu’nun oğlunun düğünün görüntüleri ortaya çıktı.

 

2014: 19 Mayıs’ta planlanan şölenler, Soma’daki maden faciası yüzünden iptal edildi.

2014: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karaman-Ermenek’te kömür ocağında işçilerin mahsur kalması yüzünden, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunun iptal edildiğini açıkladı.

 

2015: Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, bir genelge yayımlayarak terör olayları yüzünden 30 Ağustos’ta kutlama yapılmayacağını söyledi.

 

2016: 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları “terör ve şehitler” gerekçesiyle iptal edildi.

2016: 15 Temmuz’daki FETÖ’nün darbe girişimi sonrası ilk resmî bayram olan 30 Ağustos’ta ise Millî Savunma Bakanı Fikri Işık “Yapılmayacak, bu yıl tören yok” dedi. Ancak 30 Ağustos’tan 4 gün önce, 26 Ağustos’ta, yabancı devlet adamlarıyla tüm devlet erkânı Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılışındaydı.

2017: Ankara Valisi “OHAL” gerekçesiyle 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarını yasakladı.

 

Tüm bunlardan çıkardığımız sonuç ne olsa gerek?

Milli Bayramlarımızı, değerlerimizi unutturmaya mı çalışıyorlar acaba? Bildiğim tek şey var o da bu millet Cumhuriyet’in getirmiş olduğu değerlerinden koparılmak istenmektedir.

 

Öyle bir nesil geliyor ki…

O zaferler hangi şartlar altında kazanılmış, bu Cumhuriyet nasıl ne şartlar altında kurulmuş bilmeyecek!

Peki mili benliğinden koparılmış, tarihi unutturulmuş, dili yozlaştırılmış bir millet nasıl bir millet olur acaba?

 

Neyse ki uzakta da olsa bir ışık var…

Bu millet yeniden kendi benliğine dönecek.

Atatürk’üne, Cumhuriyet’ine, diline ve tüm milli bayramlarına sahip çıkacak.

 

Bu vesileyle aşağıdaki mektubu okumanızı dilerim.

O mektup ki bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından 30. Ekim 1923 sabahı, yani 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanının ertesi günü kaleme alınmış.

 

Atatürk’ün İnönü’ye yazdığı o mektup:

Ve 30 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı İsmet İnönü’ne şöyle yazdı:

“Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

 

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz.

 

Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremitti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

 

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.

 

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

 

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun!”

 

(Mektup, Turgut Özakman’ın yazmış olduğu ‘Cumhuriyet: Türk Mucizesi 2’ kitabından alınmıştır.)

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.