PROF.DR.ZİHNİ ERENÇİN ile BİR SOHBET…

ABONE OL
11:26 - 23/10/2020 11:26
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Yaz sona eriyor. Ağaçlardaki yapraklar renk değiştirmeye başladı. Yakında sonbahar rüzgarları ile oradan oraya savrulmaya başlayacak…

Oldum olası güz mevsimini sevmemişimdir. Bana hep sonsuzluğa göçenleri ve anılarımızı inşasında yer alanları, ruhumuza dokunarak iz bırakanları anımsatır…

İki gündür aklıma 40 yıl önceki isimler ve olaylar geliyor. Her birinin birbirinden farklı yararlılık öyküleri var.

Prof.Dr.Zihni ERENÇİN,

Prof.Dr. Ahmet MİNBAY,                                                                                                                                            Prof.Dr.Aydın EVREN ve                                                                                                                                                        Prof.Dr.Atıf ŞENGÜN …

***

Anı biriktirmek böyle bir şey. Bir sabah kalktığınızda akıl kuşu durup-dururken gayya çukurundan birilerini çıkarıp getiriyor, önünüze koyuyor. Onlarla yaptığınız çalışmaları anımsıyor, bir hesaplaşma içine giriyorsunuz.

Bu dört isim, sadece bilim dünyasına değil, bizim eğitim hayatında  önemli bir yeri olduğuna inandığımız; Türk İzcilik hareketine de zaman ayırdılar. Değer verip,  önerilerde bulundular. Doğa içinde ve doğayı koruyup kollayacak, yeni bir eğitim modeli önerdiler…                                                                                                         Uludağ İzcilik Eğitim Merkezi için Bursa Veteriner Fakültesinin kuruluş yıllarında bir araya gelmiş bir bilim kurulu oluşturmuştuk. Sadece doğa ile ilgilenmekle kalmayıp, Türk izciliğin de nasıl bir eğitim modeline ihtiyacı olduğunu, doğa içinde yaparak ve yaşayarak öğrenme metodunun nasıl uygulanacağını içeren bir bildiri hazırlamışlardı. Bu bildiriyi Gençlik ve Spor bakanlığının İzcilik Genel Kurulunda bizzat sunmak için Ankara’ya gitmişler. Bizi delege olmadığımız gerekçesi ile almadıkları toplantılara katılmayı başarmışlardı. O  bildiriler elime geçtikçe yüreğim sızlıyor. Çünkü o yıllarda (seksen öncesi) hiçbir idareci İzciliğin eğitim öğretim dünyasındaki yeri ile ilgilenmemiş, hep işin siyasi tarafına, kendilerine nasıl puan kazandıracaklarına ait penceresine bakmışlardı.

***

Oysa bu saydığım isimler gerek Kirazlıyayla ve gerekse Sarıalan’da ki yaz ve kış kamplarımıza bizzat katılmışlar, bir kısım veteriner fakültesi öğrencilerini izci olmaya teşvik etmişlerdi.  Kamplardaki ilkel şartları hiç yadırgamamış, bizimle beraber ayni çadırları paylaşmışlardı. Kışın Sarıalan da ki ahşap barakalarda konaklamışlar, ayaklarına kar hediklerini veya tur kayaklarını takarak yaban hayatı incelemişlerdi. Sonra ayni ateşin başında, isli çaydanlıktan bir bardak duman kokan çayımızı yudumlamışlar, ekmeğimizi bölüşmüşlerdi.

Hepsi birbirinden güzel ve iyi insanlardı. Bilim dünyasına yaptıkları katkılar, ölümlerinden sonra daha iyi anlaşıldı. Bursa’da ki görevleri bitince tekrar bir araya gelemedik. Buluşmalar seyrekleşti, araya yıllar ve ölümler girdi.

***

Hepsinin farklı bir özelliği vardı. Buna rağmen, Prof.Dr. Zihni Erençin’i ayrı tutarlar, büyük bir saygı gösterirlerdi.  Sonradan bu mütevazi insanın Akademisyen, Histoloji, Embriyoloji Profesörü, siyasetçi, milletvekili ve yazar olduğunu öğrenmiş ve çok utanmıştım. 1910 yılında Manisa’da doğmuştu. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinden mezun olmuş, Fakültenin Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsünde Öğretim Üyeliği ve Dekanlık yapmıştı. Londra Veteriner Fakültesinin Misafir Öğretim Üyesi idi. Geleceğe bırakılacak en büyük mirasın bilgi olduğuna inandığı için sürekli kitaplar yazmıştı. Basel Aola Anatomica Dergisi Editörlüğünü yürütmüş, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü görevinde bulunmuştu. Londra Zoological Society üyesi olarak da görev yapıyordu.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Kurucu Meclise Üniversite Temsilcisi seçilmiş, siyaset ile tanışmıştı. Evli ve iki çocuk babasıydı. Almanca ve  İngilizceyi ana dili gibi biliyordu.

Bütün bu tanımlamaları neden yaptım biliyor musunuz?

Çünkü bir insanın kısacık hayatına neler sığdırabildiğini ve az sonra okuyacağınız tespitlerinin değerini anlatabilmek için.

***

Ölümünden kısa bir süre önce kendisini evinde ziyaret etmiş, yaptığımız çalışmalardan ve aldığımız sonuçlardan bahsetmiştik.

Bu kadar sıfatı üzerinde barındırmış, çeşitli kademelerde görev yapmış,  aydın bir Türk bilim adamının hayat süzgecinde biriktirdikleri ve söyledikleri yüreğimi çok acıtmıştı.

Bana; ”Devlet kapısından resmi bir yazı (sarı zarf) geldiğinde çok tedirgin olduğunu, resmi bir görevli gördüğü zaman daha da tedirgin olduğunu” belirtmişti. Nedenini sorduğumda da: “Türkiye’de Devlet size bir şey vermek için gelmez. Genellikle sizden bir şey istemek için gelir…” demişti. Sonra da Osmanlının sefere giderken asker toplayan kolcuları ile ilgili fıkrasını anlatmıştı.

O zamanlar haklılığını kavrayamamıştım. Devletçi bir yaklaşım ile itiraz etmiştim.

Kendisini sadece bilimsel araştırmalara ve yazılara verdiğini, resmi toplantılara bile katılmadığını, fikir beyan etmekten kaçındığını, eğitimin en önemli iş olduğunu uzun-uzun anlatmıştı.

Ben ısrarla çalışmalarımız için ne düşündüğünü sormuştum:

“Ümitsiz vaka… Türkiye henüz bunların kıymetini bilecek idarecilere sahip değil. Daha da kötüye gidiyor…” diye bir cevap vermişti.

***

Nedense dosyaları karıştırdığımda bu değerli bilim adamları ile yaptığım konuşmaları, onların notlarını görünce kendimi çok kötü hissettim. İnatla ve inançla sürdürdüğüm yaşam kavgasının yanı sıra, ideallerimizin Ülkenin geldiği nokta da başımıza çöktüğünü daha net fark ettim.

Bu,  gerçeklerle yüzleşme, ölüm haberini duymazlıktan gelme veya kabullenmeme tepkisi gibi bir şeydir ve çok tehlikelidir.  Nedense, duyduğumuz gerçekler hoşumuza gitmiyor ve hayal ettiğimiz dünyaya sıkı-sıkı tutunmaya çalışıyoruz. Bu söylevlerden uzaklaşıyor, hatta düşman oluyoruz.

Oysa bize gerçekleri söyleyenlere biraz değer versek, duymak istemediklerimizi duysak ve tedbir alsak her şey ne kadar farklı olacak?

Bugün eriştiğimiz bağnazlık ve kaba güç noktasına bilim ve akıl yolu ile çözümler getirebilirdik.

Aradan 40 sene geçti.

Güzellikler bitti… Önümüzde taşlı ve dikenli uzun bir yol var.

Ben ısrarla Uludağ’da kurduğum gençlik hayallerimin peşinden koşuyorum. Hiçbir şey olmamış ve değişmemiş gibi. Çünkü onlar benim yaşam biçimim, hayat biçimim ve alışkanlıklarım olmuş.

Hayallerime kavuşamasam bile, en azından geleceğe miras bırakacak fikirlerim ve doğrularım var. Gerçeklerle yüzleşmeyi ise, bize inanmayan ve bir dönemi öteleyenlere bıraktım.

Ne dersiniz?

Bunlar yarım asır geçmiş bir yaşamı özetlemek için yetmez mi?

Taner Tümerdirim

[email protected]

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.