ERZURUM

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ERZURUM


VENİ VİDİ SCRİPSİ (XI)
“Geldim, gördüm, yazdım” 2015

Dadaşlar diyarı Erzurum; taşınla, toprağınla dile gelsen de anlatsan başından geçenleri. Zaman yeter mi, sığar mısın kitapların içine, bitirebilir misin hikâyeni bilmem. Elden ele geçtin, yakıldın, yıkıldın, örselendin, hakaretler gördün, namusun çiğnendi. Milattan önce 4.000 yılında başlayan hikâyen nasıl sığsın iki kapak arasına.  Kaç medeniyet kuruldu ve kaç medeniyet yıkıldı senin kara bağrında. Gözyaşı akıta akıta göz pınarların kurudu. Bağrına saplanan hançerleri söküp atan Nene Hatunlar, Kara Fatmalar olmasaydı, nice olurdu halin. Bugün biz geldik, senin hikâyeni senden dinlemek için geldik. Biraz da olsa yaralarını sarmak için geldik. Senin bizlere anlattıklarını, biz de çocuklarımıza anlatacağız. Anlatacağız ki, senin başına gelenler bizden sonrakilerin başına gelmesin.

Sırtında çocuğu elinde silahıyla karşıladı Nene hatun Tabyaların önünde bizi. Selamlaştık, hal hatır sorduk. Nene Hatun’un önünde saygı ile eğildik. Erzurum’un hikâyesini başladık dinlameye. Aziziye Tabyası’nın önündeyiz. “Tabyalar 19. yüzyılın acı hatıralarını taşıyan önemli askeri barınaklardan, siperlerdenmiş. Osmanlı Devleti’nin gerileme sürecinde doğudan gelen tehlikelere karşı şehrin 21 stratejik noktasına inşa edilmiş. Özellikle Aziziye ve Mecidiye Tabyaları, ‘93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı -Rus Savaşı’nda kritik rol üstlenmiş. 9 Kasım 1877 tarihli Aziziye Müdafaası, Erzurum halkının kahramanlıklarına sahne olmuş ve şehrin işgalden kurtarılmasını sağlamış. Erzurum halkı, bu müdafaayı her yıl tabyalara doğru yürüyüş gerçekleştirerek canlandırırmış. Yeni nesillere bu toprakların bedava elde edilmediği anlatılmak istenirmiş.”

İçeriye vize almadan girmemiz mümkün değil. Sırtında çocuğu elinde tüfeğiyle Nene Hatun nöbet tutuyor kapıda. Rehberimiz Yasin anlatıyor, hikâyesini:




“7 Kasım 1877 günü, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarırlar. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürürler. Böylece arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirirler. Haber şehir merkezine ulaşır. Acı haber minarelerden şehir halkına duyurulur: “Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi…”

Silâhı olan silâhını, olmayanlar; balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başlar. Kadın-erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülür. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir taze gelin de vardır. Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermiştir. Üç aylık bebeğini emzirir ve “Seni bana Allah verdi, ben de seni O’na emânet ediyorum.” der ve ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlar.

Erzurum halkının bu asil yürüyüşünü, Rusların açtığı yaylım ateşi bile durduramaz. Tabyalara doğru bütün güçleriyle koşmaya devam ederler. Ön sıradakiler şehit olurlar. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hırslı bir şekilde ileri atılırlar. Demir kapılar birer birer kırılır ve içeri girilir. Boğaz boğaza bir savaş başlar. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı–sopalı, askeri eğitim bile almamış bu halk karşısında ancak yarım saat tutunabilir. Tabya geri alınır ve göndere yeniden Türk bayrağı çekilir.

Nene Hâtun da yaralılar arasındadır. Fakat o kendi yarasına aldırmaz, evindeki bebeğini de unutmuştur. Yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarabilmek için oradan oraya koşturur durur. O’nun, o gece vatan için başlayan mücâdelesi, düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam eder. Erzurum’un her karış toprağına cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaşır adeta. Sevilir, sayılır, örnek alınır ve sonunda Nene Hatun olarak tarihe geçer. Kahraman Erzurumlu kadınlarının temsilcisidir o. Türk-Rus savaşında destanlaşan yiğit, kahraman bir Türk kadını, Türk anasıdır o. Aziziye Tabyaları’nda Ruslara karşı silah olarak kullandığı “kasaturası” ile bütünleşen yüreğidir onu Nene Hatun yapan. İşte karşımızdaki kadın O Kadındır. Nene Hatun.”

Sarıkamış’tan sonra, Erzurum’a da böyle duygu seli içinde girdik. Tabyaların önüne yaklaştı kaptan Sezgin. Anıt önünde ziyeratimizi ölümsüzleştirdik. Aziziye Tabyasının içine girdik ve o kahraman dadaşların, Nene Hatunların, Kara Fatmaların canhıraş çığlıklarını duyduk, gayretlerini canlandırdık hayalimizde, 30 dakika içinde Rus askerlerini nasıl tarumar ettiklerini hayal ettik. Duaya ihtiyaçları olmadığı halde, dua ettik onlar için. “Allah yolunda öldürülenlere “ölü” demeyin: Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.”( Bakara 154)

Nene Hatun,1857 senesinde Erzurum’da dünyaya geldi. 98 yıl yaşadıktan sonra yine Erzurum’da, hayata vedâ etti. Mekânı Cennet olsun…

Tarihi eserler

Çifte Minareli Medrese

Nene Hatun’la vedalaştık. Sonraki durağımız, Çifte Minareli Medrese. Tamir ediliyor. İçeriye giremedik. Rehberimiz Yasin Medresenin tanıtımını Ulu Camii’nin eski imamına bıraktı. O muhterem zat, zaten orada İstanbul’dan gelen bir gruba tanıtım yapıyordu. Yaklaştık yanına ve dinledik biz de anlatılanları. Yüzü nurlu bir adam, çok da nazik, ellleriyle işaret ederek anlatıyor eserleri, “Bakın işte şu …”: .


“13. yüzyılın sonlarında inşa edilen Çifte Minareli Medrese, Selçuklu Medeniyeti’nin günümüze ulaşan en önemli eserlerinden biri ve aynı zamanda Erzurum’un sembolüdür. Medresenin özellikle taç kapısında bulunan bezemeler, Selçuklu taş süslemesindeki derinliği ve estetik anlayışı gösterir. Burada yer alan palmet ve rumi motifleri, Selçuklular’ın simgesi olan çift başlı kartal ile hayat ağacı figürleri dikkat çekicidir. Bakın şu kartal 3 boyutlu olarak yapılmıştır.  Medresenin, efsanelere konu olan yarım minareleri de çinileri ile göz kamaştırmaktadır. Çifte Minareli Medrese; döneminin en önemli üniversitelerinden biridir. Avlunun güneyinde yer alan kümbet de o dönemde yapılan en büyük türbe unvanına sahiptir. Her biri 26 metre yüksekliğindeki rengârenk çinilerle süslü çifte minare, bu tarihi esere isim olmuştur. Minarelere “Allah”, “Muhammed” ve “ilk dört büyük halife” nin isimleri de işlenmiştir. Çifte Minareli Medrese, Erzurum’un sembollerinden biridir.

Taç kapıyı çeviren bitki süslemeleri, kalın silmeli panoların içindeki “ejder”, “hayatağacı”, “kartal” motifleri cephenin en gösterişli bölümüdür. Ön dış cephede yer alan tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok, Orta Asya, Türk inanışı kapsamında, güç ve ölümsüzlüğü dile getirdiğine inanılır. Taç kapıdan avluya girilir. Zemin katta on dokuz, birinci katta ise on sekiz oda bulunmaktadır.
Medresenin ve iç kısımda bulunan kümbetin giriş kapıları başta olmak üzere; medrese mimarisinde yer alan önemli ve değerli parçalar, Rusların Erzurum’u işgali dönemlerinde Ruslar tarafından yerlerinden sökülerek Rusya’ya götürülmüştür. Leningrad müzesinde sergilenmektedir.“

Anadolu’ya gelen herkes buradan birşeyler alıp götürmüşler, ama bitirememişler.
Namaz vakti yaklaştı. Öğle namazı kılacağız. İmam bizi Ulu Cami‘ye davet etti. Emekli olduğu camiye. Dünyalar tatlısı bir kişilik. Yaşı yetmişin üzerinde, hâlâ koşturuyor. Gelen ziyaretçilere bildiklerini anlatma derdinde. Kabuğuna çekilmemiş, emekli maaşını alarak yan gelip yatmamış. Önce namazımızı kıldık. İkindi namazını da peşine cem ederek kıldık. Mükemmel bir eser. Başladı Ulu cami imamı görev yaptığı camiyi anlatmaya:

Ulu cami




“Erzurum Ulu Camii (Atabeg Camii, Atabey Camii), şehrin en eski camisidir. Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan Mehmet tarafından 1179 yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı cami, kalın taş sütunları, kırlangıç kubbesi, mihrabı ve minaresi ile Selçuklu mimari anlayışının en güzel örneklerindendir. 28 pencere ile aydınlatılan caminin içerisinde toplam 40 sütun bulunmaktadır.

Cami 6.000 kişi kapasitelidir. Günümüzde 4.500 kişi aynı anda rahatlıkla namaz kılabilmektedir. Caminin beş kapısı vardır. Kapılardan ikisi doğuda, üçü de kuzeydedir. Kapıların hiç birisi bir diğerine benzememektedir. Caminin üç kubbesi vardır. En önemlisi yapıldığı günden beri orijinal hali ile günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan „Kırlangıç örtü” diye adlandırılan ahşap örtülü kubbedir.
Yapılış tasarım özelliği ile caminin içerisindeki nemi toplar ve yukarıya çekerek dışarıya tahliye eder. Bu kubbe sayesinde cami içerisinde nem olmaz.

Güneyden kuzeye doğru kırlangıç kubbe ile mukarnas taş oyma kubbe arasında yer alan ikinci kubbe, tavanında yer alan ve gökyüzüne açılan penceresi ile caminin aydınlanma unsurlarından birini oluşturmaktadır.
Bunlara ek olarak 6.000 kişinin aynı anda bulunduğu kapalı mekânda ses iletişimini daha sağlıklı kılmak için caminin tam orta bölümüne „Mukarnas kubbe“ yerleştirilmiştir. Bu kubbe sayesinde hem caminin aydınlanması ve hem de mevcut sesin 10 kat daha yüksek tonda yayılması sağlanmıştır. Aritmetik olarak hesaplanıp sert kaya zemin üzerine kendine özgü şekillerin işlenerek yapıldığı ve sadece bu camide bulunan bu mukarnas örtü şeklinin bir benzeri başka bir yapıda yoktur.

Kırlangıç kubbeyi taşıyan dört sütuna “Fil ayağı” denir. Kıble yönündeki iki fil ayağının en üst kısımlarında bulunan yuvarlak iki pencere de “Fil gözü” diye adlandırılır. Fil gözü pencerelerden sol taraftaki güney-doğuya, sağ taraftaki ise güney-batıya meyilli olup, gökyüzüne doğru bir bakış açısı oluşturmaktadırlar.

Bu pencereler caminin içerisine adeta birer aydınlatma projektörü gibi ışık saçarlar. Soldaki pencereden sızan güneş ışığının cami içerisinde yer zeminde oluşturduğu elips şeklindeki ışık yoğunluğu daralarak tam daire şeklini aldığı an, öğle namazı için ezan okunma vaktinin geldiği anlaşılır. Sağdaki ise aynı şekilde ikindi namazı için ezan okunma vaktini bildirir.

İşte orada, kıble duvarında üç tane mihrap vardır. Ortadaki imama aittir. Sağda ve soldakiler ise cami içerisinde her ne kadar akustik mimari ses sistemi olsa bile ses iletiminin yeterli gelmeyeceği düşüncesi ile imamın namaz anındaki tekbirlerini tekrarlayarak bulundukları yerden cemaata duyuracak Kayyım denilen müezzin yardımcılarının yer aldığı “Mihrabiye” lerdir.

Gördüğünüz şu sütunlardan cami içerisinde toplam 47 tane vardır. Caminin orta kesiminde batıdan doğu istikametine doğru bakıldığında; 4 sağ tarafta, 4 de sol taraftaki sütünlar arasında 15 er cm. lik çıkıntı farklılıkları görülür. Sütunların bu şekilde yapılması, imamın sesinin cami içerisinde ” U ” şeklinde yayılması içindir. Aynı zamanda depreme karşı dayanıklılığı artırır, caminin yükü bu sütunlara dağıtılmıştır. Cami 28 pencere ile aydınlanmaktadır.

Cami 830 yılı aşkın süreden beri varlığını sürdürmektedir. Yakın tarihe kadar caminin iç duvarlarına Ruslar tarafından hayvan bağlamak için çakılmış halkalı mıhlar vardı, işte bakın şurada. Bunlar işgal sırasında Rusların camiyi “ahır” olarak kullandıklarını göstermektedir. Ruslardan sonra şehri ele geçiren Ermeni çeteleri de camiye büyük zarar vermişlerdir.”

Mükemmel bir anlatım. Teşekkür ettik ve elini öptük hoca efendinin. 1 saate yakın bizimle ilgilendi. Zaman harcadı ve rehberlik yaptı. Usulüne uygun şekilde para vermek istedik. Almadı. “Orada duran bağış kutusuna bırakın vereceğiniz parayı, caminin ihtiyaçları için kullanılsın” dedi. Gözümüzde bir defa daha büyüdü hoca efendi. Allah selamet versin.

Üç Kümbetler




“Bu kümbetler,  Anadolu’daki mezar anıtların en güzel örneklerindendir. Üç Kümbetler ismi ile tanınan kümbetlerin en büyüğünün Emir Saltuk’a ait olduğu ve XII. yüzyılın sonlarında veya XIV. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Diğer kümbetlerin kime ait oldukları bilinmemektedir.
Üç Kümbetlerin yanında kümbeti andıran bir diğer yapının mahiyeti anlaşılamamışdır. Bunun da kümbet olduğu ileri sürülmüşse de bazılarına göre bu bir mescittir. İç kısmında oldukça güzel bezenmiş mihrabı vardır. Giriş kapısının saçakları üzerinde geometrik bezeme ile çiçek ve hayvan motifleri görülmektedir.

Üçüncü kümbet yöresel Keyek taşından yapılmıştır. On iki cepheli ve dört pencerelidir. Kuzey yönünde giriş kapısı bulunmaktadır. Kümbetin üzerini örten konik külahın kasnağında Emir Saltuk Kümbetine benzeyen bezemelere yer verilmiştir.“

Karnımız acıktı. Sıra geldi Erzurumun cağ Kebabını yemeye. Kemal Zeyveli ve Davut Yıldırım öğle yameği bizden dediler. Davut Yıldırım Erzurumlu, Kemal Zeyveli Malatyalı. Berlin’de arkadaş olmuşlar. Restoran tıklım tıklım. Ancak Davut önceden rezervasyon yaptırdığı için bizim yerimiz üst katta hazırlanmış. Önce iyi pişmiş, incecik açılmış yufkalar geldi sofraya, arkasından 4 er tane şişlere dizilmiş kebaplar. Önümüzdeki şişler biter bitmez hemen yenileri geliyor. Garsonlar fırtına gibi ve de son derce saygılılar. Kebap gerçekten lezzetli. Rehberimiz yasin Cağ kababının Artvin’e ait olduğunu, ancak Erzurumluların elinde meşhur olduğunu söyledi ama. Yasin’in Artvinli olduğunu da unutmamak lazım.

Dışarıda yağmur var. Ama biz Erzurumu bitirmek zorundayız. İki saat sonra Yakutiye Medresesi’nde buluşmak üzere dağıldık. Alış veriş zamanı. Oltu taşları alınacak, başka hediyelikler alınacak. İsteyenler de Erzurum Kalesi’ne gidebilecek. Ben eşimle Rüstem Paşa Hanı’na gittim. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında yaptırılmış. Yapı, Osmanlı kervansaray mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Taşhan adıyla da anılan bu eser, günümüzde Oltu taşı esnafının imalat ve satış yeri olarak hizmet vermekte.
Cimşit ailesi de bizim gibi düşünenlerden, orada karşılaştık. Alacaklarımızı aldık, hazırda bulamadıklarımızı da bir saat içinde yapıp teslim ettiler. Buna rağmen, verilen saatte Yakutiye Medresesi’ne vardık. Gökyüzü ağlamaya devam ediyor. Çoğumuzda şemsiye yok.

Yakutiye Medresesi




İlhanlılar döneminde Hoca Yakut Gazani tarafından 1310 yılında yaptırılan eser Anadolu’daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğüymüş. İlhanlı Valisi Hoca Cemaleddin tarafından Sultan Olcayto ve Bulgan Hatun adına yaptırılmış. Medrese, dengeli mimarisi, iri motifli süslemeleri, oymalı taç kapısı ve taş bezemeleri ile muhteşem bir görüntü oluşturmakta. Taç kapı üzerinde yer alan hurma yaprakları, pars ve kartal figürleri Orta Asya Türklerinin önemli simgeleriymiş. Avlunun sağ ve solunda karşılıklı beşik tonozlu altışar oda sıralanmış. Bunlardan sağ köşedeki odadan aynı zamanda minareye çıkılmakta. Eserin, geometrik motifler ve çinilerle bezeli minaresi de dikkat çekici. Yakutiye Medresesi, 1994 yılından itibaren Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak hizmet vermekteymiş. Sınıfların giriş kapıları burada da alçak yapılmış. Aynı mantık; öğrencinin hocanın huzuruna eğilerek girmesi gerekiyor. İlme ve ilim adamına olan saygı.
Hediyelik eşyalarımızı aldık. Bazı arkadaşlarımız tişört alırken bazıları da magnet almayı tercih etti.

Medreseden çıktık. Yasin ‘ Sizi oldukça güzel bir kafeye götüreceğim.’ dedi. Gerçekten dediği kadar da varmış. Girişte sizi bir ayakkabı boyacı sandığı karşılıyor. Boyacısı olmayan bir sandık. İçiçe odalardan oluşan bir kafe burası. Tarihi eşyalarla döşenmiş. Yere oturuyorsunuz. Garsonları fazla becerikli değil, yüzleri de gülmüyor. Mekan güzel ama, servis kalitesi sıfır. Kahve içtik, Türk kahvesi. Yanında lokumu ve suyu da yoktu. Mekanı bize anlatmak için gelen zat hem konusuna hakim değildi, hem de çok soğuk bir yapısı vardı, garsonlar gibi. Dışarıda gördüğümüz Erzurumlulara benzemiyor bunlar.

Erzurumla ilgili kısa bilgiler

Erzurum




Erzurum, Doğu Anadolu’da Palandöken Dağları’nın eteğine kurulmuş, tabiatın güzelliklerini esirgemediği bir ovanın yanıbaşında yer almakta. İlin burada kurulmuş olması tesadüfi değil. 6.000 yıllık tarihi boyunca şehir; bölgesel, iktisadi ve siyasi merkez olmuş. Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar gibi dünyanın en önemli medeniyetlerine ait önemli eserleri barındırıyor bünyesinde. Erzurum, kültürel değerleri, kayak tesisleri, doğal güzellikleri, yöresel ev yapımı ürünleri, kaplıcaları, doğa sporlarına elverişli coğrafi özellikleri ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmeye değer müstesna şehirlerimizden biri. İpek Yolu ve verimli ovaları bölgenin tarih boyunca yerleşme alanı olarak seçilmesinde önemli rol oynamış.
Erzurum’un nüfusu yaklaşık 780 bin (2015). Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki en büyük il. Denizden yüksekliği yaklaşık 1.900 m.
Temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. Son yıllarda kış turizmiyle de öne çıkmakta. Soğuk iklimi sebebiyle sanayisi gelişmemiş. Kadayıf dolması, cağ kebabı, kesme çorbası, civil peyniri meşhur.

Erzurum, Hz. Ömer zamanında (638) Müslümanlar tafafından fethedilmiş. Ancak şehre tam olarak yerleşmeleri mümkün olmamış ve 949 yılında Bizanslıların eline geçmiş. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra şehir tekrar Müslümanların hâkimiyetine girmiş.

Erzurum, I. Dünya Savaşı’nda işgal edilen Anadolu’nun kurtuluşu için başlatılan mücadelede de kritik rol oynamış. 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, 23 Temmuz 1919’da Anadolu’nun değişik illerinden gelen 56 delege ile birlikte Erzurum Kongresi’ni düzenlemiş. Böylece Milli Mücadele’nin en ciddi adımı burada atılmış.

Bar

Erzurum yöresinde oynanan halk oyunlarına “bar” deniyor. Bar, birlik ve beraberliği ifade etmekteymiş. Kadın ve erkek barları ayrı ayrı oynanırmış. Erkek oyunları 18 bardan, kadın oyunları 15 bardan oluşmaktaymış. Özel günlerde, kutlamalarda ve çeşitli etkinliklerde bar oynanırmış.

Oltu taşı

Oltu taşı; siyah, sert, parlak, kavlı biçiminde kırıkları olan, parlatılabilir, tıraşlanabilir bir linyit türü. Altın ve gümüş ile birlikte de kullanılırmış. Oltu taşından ağızlık, tespih, kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik gibi aksesuarlar üretilirmiş. Erzurum oltusu çok pahalı. Rus oltu taşı ithal edilmeye başlanınca piyasa etkilenmiş. Çünkü o taşlar ucuza alıcı bulabiliyormuş.

İklim ve bitki örtüsü

Türkiye’nin en yüksek ve en soğuk illerinden biri olan Erzurum’da sert kara iklimi hüküm sürmekteyhmiş. Genel olarak kışlar çok soğuk ve karlı; yazlar ise çok sıcak ve kurak geçermiş. Hemen hemen yılın 2-3 ayı bölge kar altında kalırmış.
Türkiye’nin en çok güneş gören illerinden biri olmasına rağmen, aynı zamanda en soğuk illerindenmiş. Yazın sıcaklık +35 dereceyi görürken kışın sıcaklık -30 dereceye kadar inermiş.

Ekonomi

Erzurum’un ekonomisini genel olarak tarım-hayvancılık ve sanayi-ticaret unsurları oluşturmaktaymış. Erzurum’da kurulmuş olan Atatürk Üniversitesi , şehirde ticari anlamda da canlılık sağlamaktaymış.
Erzurum’un , Palandöken dağı kış spor tesisleri ile sınırlı olan kış turizmi, özellikle son yıllarda önemli kazanımlar elde etmiş.
Tarım ve hayvancılık, bitkisel üretimi; tahıllar, yem bitkileri, baklagiller, endüstri bitkileri, yumrulu bitkiler, yağlı tohumlar oluşturmaktaymış.
Erzurum’da küçümsenmeyecek derecede küçükbaş-büyükbaş hayvan yetiştirilmekteymiş. Etlik ve sütlük. Et ve süt ürünleri için tesisler mevcutmuş. Bal üretimi ise hatırı sayılır bir miktardaymış.
Erzurum’un en önemli sanayi kuruluşu, 1956 yılında üretime başlayan ve kamuya ait olan Erzurum Şeker Fabrikası’ymış.

Dadaş

Türkiye’de Erzurum denince halk arasında akla gelen ilk ifade dadaştır. Dadaş kelimesi Erzurum barlarını oynayan oyunculardan her birini ifade edermiş. Dadaş kelimesi yörede; erkek kardeş, yiğit, delikanlı, babayiğit kimse, mert, cesur, arkadaş, dost anlamlarında da kullanılırmış. Dadaş olmak tarihi kahramanlıklar, dostluklar, sevgi ve saygı diyalogları, insanlar arasındaki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın adeta alt yapısını oluşturan en önemli unsurmuş.

Şenlikler




Erzurum gelenekleri arasında 1001 hatim şenlikleri yapılırmış. Şehrin en önemli şenliklerindenmiş. Özellikle Aralık ayında okunurmuş hatimler ve yaklaşık 1 ay sürermiş. Tüm şehir halkı 1 ay içerisinde hatimler okur ve 1 ayın sonunda okunan hatimler Ulucamii’de tüm halkın katılımı ile bağışlanır ve Erzurum için dualar edilirmiş.

Erzurum Kalesi

Erzurum Kalesi, şehir merkezinde yer aldığı tepenin en uc noktasında bir iç kale ve bu iç kaleyi çevreleyen bir dış kaleden oluşmakta. Kalenin ilk inşâ tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte M.S. 5. yüzyılın ilk yarısında Bizanslılar tarafından yaptırıldığı tahmin edilmekte.

Saat kulesi

Saat Kulesi, Erzurum’un şehir merkezindeki en yüksek tepesinde yer alan “İçkale” dedir. Tepsi Minare diye de geçmişte adlandırılmış. Saltukoğulları tarafından 12. asırda gözetleme kulesi olarak yapılmış. Gövdesi tuğla, kaidesi ise kesme taştan. 19. yüzyılda üst kısmına ahşap külah ilave edilmiş. Kale içerisinde bulunan “Kale Mescidi” nin minaresi olarak da kullanılmış. Kale mescidi kitabesinde “İnanç Beygu Alp Tuğrul Bey Ebi-l Muzaffer Kasım” yazılı. Erzurum Saat Kulesi (Tepsi Minare), Anadolu’daki en eski Selçuklu minaresiymiş.

Palandöken

Akşam oldu neredeyse. Bugün biraz fazla yorulduk. Yağmurun da etkisi var bu yorgunlukta. Otobüs bir hayli uzağa park etmiş. Otele gitme zamanı. Verilen saatte tam olarak gelmeyenler oldu yine ama bu kez Yasin ceza kesmedi. Sebebinden sual edilmez dedik ve yola koyulduk. Palandöken dağına çıkacağız. Otelimiz orada. Oldukça dik yolu var. Otele kadar çıkamadık kar yüzünden, kaydı otobüs. Yaya olarak çıktık otele. Eşyalarımız sonradan geldi. Kaptan Sezgin zincir kullanarak otobüsü çıkarmış. Erzurum’u Palandöken’den seyretmek keyifli olacaktı ama, o da olmadı. Çünkü sis bu zevki bize tattırmadı. Seyfi Bey, spor yapmayı tercih etti. Bazı arkadaşlarımız saunaya gitti. Bazıları da havuza.
Sonuç

Erzurum insanı cana yakın. Esnafı tatlı dilli. Tarihi doku olarak oldukça zengin. Nene Hatunların Kara Fatmaların yeri bambaşka halk arasında. Halk onları destanlaştırmış. Ermeniler halka çok zulmetmiş. Sohbete başlar başlamaz sözü bir şekilde hemen ermeni ihanetine getiriyorlar. Toplu katliamlardan bahsediyorlar, tecavüzlerden bahsediyorlar. Rusların camileri hayvan ahırına çevirdiklerini anlatıyorlar. ‘93 Rus Savaşı’nda kaybolan canlara ağıt yakıyorlar. Tüylerimiz diken diken oluyor. Çok çekmiş Erzurum halkı, Erzurum çok dertli. Biz derdini dinledik Erzurum’un, göz yaşını birazcık da olsa dindirdik. Erzurum sizleri de bekliyor.

Sabah yola koyulacağız. Hedefimizde Sivas var. Erzincan’da da bakır alışverişi var. Ayrıca Gülayşe Yücel teyzesini de ziyaret edecek…

Devam edecek


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.